İnsanın ve yaratılan diğer varlıkların gerçek değerini bulması için Kâinatın Yaratıcısına intisap etmeleri gerekir. Yaratıcı ile bağı kesilen varlıklar kendilerinden beklenen vazifeyi ifa etme imkânına sahip olamamaktadırlar. Her şeyden önce insanların gerçek insan olabilmeleri için kul olma şuuruna ermeleri gerekir. Çünkü yeryüzünün halifesi insandır. İnsanla çok şey düzelebileceği gibi çok şey de bozulabilir. Bu sebeple insanın dünya hayatındaki sorumlulukları büyüktür.
Elbette insanın en büyük vazifesi, var olan her şeyin yaratıcısı olan Allah’a karşı kulluk vazifesini tam olarak ifa etmesidir. Gerçek bir insan olarak yaşamanın ve diğer varlıklara karşı sorumluluğunu tam olarak yerine getirmenin yolu, yaratılış kanunlarına uygun bir kul olmaktan geçmektedir. Allah’a kul olan insanlar dünyada bulunan fani varlıklara kul olmaktan kurtulacaklardır. Ancak bundan sonra insanlar kendilerinden bekleneni verebileceklerdir.
İnsanı insan eden sır kulluktadır. İnsanı fani değerlere kul olmaktan kurtaran ve ona dünyada da huzur veren durum, Kâinatı ebedî hayata hazırlık için yaratan Yüce Allah’ı tanıma ve O’nun emirleri dairesinde yaşama durumudur. Gerek peygamberlerle, gerekse de kitaplarla emirlerini şuurlu varlıklara ileten Rabbimiz, bu konuda onları imtihana tabi tutarak hareketlerinde serbest bırakmıştır. Halbuki Allah insanları doğrularla yaşamaya zorlayabilirdi. O’nun bizi irademizde serbest bırakması bize gösterilen Rahmetin bir eseridir. Çünkü böylece “eşref-i mahlûkat” mertebesine çıkma imkânımız doğmuştur.
Bütün bunlardan anlıyoruz ki, biz insanları gerçek insanlığa götürecek olan yol, hür irademizle doğruları bulmamızdan geçiyor. Rabbimiz bu şekilde insan iradesinin ehemmiyetini de bize göstermiştir. Çünkü o iradeyle yönümüzü doğrulara yöneltebileceğimiz gibi, yönümüzü yanlış mercilere de çevirebiliriz. İrademize bu kadar değer veren Rabbimize ne kadar şükredersek yine de azdır. Ancak bize verilen bu değer O’nun değerini bilmemiz içindir. O’nun değerini bilmek yoluyla bütün mahlûkattan daha üstün bir makama çıkma imkânını bize vermiştir Rabbimiz...
Bugün çevremizdekilere, insanların ve dünya hayatının baskısından kurtulmak isteyip istemediklerini sorarsak, mutlaka herkesin baskılardan kurtulmak istediği gerçeğini göreceğiz. Hatta hemcinslerinden baskı görme durumu birçok insanı adeta canından bezdirmiştir. İstibdat denilen baskı her dönemde bir kısım insanları mağdur etmiş, böylece insanlık âlemine büyük zarar vermiştir. Bu duruma göre her insanın “istibdat” denilen baskı unsurlarıyla, en etkili insanî yollarla mücadele etmesi gerekir.
İstibdattan uzak her yönüyle örnek bir insan hayatını, Rabbimiz, Habibi Muhammed Mustafa (asm) vasıtasıyla bize göstermiştir. İnsanın hür iradesiyle, dünyanın faniliklerini görerek ve onlardan yüz çevirerek nasıl mükemmel bir hâle geldiğini, biz o Yüce Resûl’ün şaşırtmaz hayatından öğreniyoruz. İşte insanlığı kurtuluşa eriştirecek yol Kur’ân’ın ve onun en büyük müfessiri olan Hz. Muhammed’in (asm) yoludur. İnsanları değerli kılacak, insanları esaret zincirlerinden kurtaracak yegâne yol, kâinatı aydınlatan bu nurlu yoldur.
İslâm’ın aydınlık yolu bize, baskı uygulamalarının zararlarından kurtulmanın en önemli adımının, insanların öncelikle kendi heva ve heveslerinin baskısından kurtulması olduğunu göstermektedir. Şeytanî ve nefsanî duyguların esiri olan insanların bu dünyada hürriyeti bulması elbette mümkün olmayacaktır. Bunun için yapılması gereken, bizi bütünüyle doğru ve güzel olanlara yönelten Rabbimizin rızası dairesine girmeye çalışmaktır. Bunda başarılı olan insanlar, o menhus şeytânî duyguların esaretinden kendilerini kurtarmakta zorluk çekmeyeceklerdir.
Kendi dünyamıza musallat olan nefis ve şeytan gibi zorbaları kendimizden uzaklaştırdığımız takdirde, diğer varlıklara karşı hürriyetimizi yaşamamız zor olmayacaktır şüphesiz. Hâsılı, insan şerefli bir varlık olmak istiyorsa, öncelikle kime kul olunması gerektiğini, kimlerin de kulluğundan uzak durması gerektiğini bilmesi gerekir.
16.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|