Nisyandan gelen insan, genellikle unutur. Fakat levh-i mahfuza geçmiş hadiseleri unutsak da, mutlaka bir gün karşımıza çıkacaktır. Bu yönüyle gazetelerin arşivlerini hep levh-i mahfuza benzetirim. Hem dünyada ve hem de ahirette yaşanmış levhalar nazarlarımıza sunulunca, bizde inkâra mecal kalmayacaktır.
Gazetemizin kırkıncı senesinde, hayâlen ilk günlere doğru seyahatler yapmak, yaşadığımız hadiseler bizi zorlarken, uçuşumuzda kuşbakışı gözümüze takılan bazı noktaları sizinle paylaşmak istiyoruz. Dışımızdakilerin iddia dedikleri hakikatlerin tahakkuklarını yaşayıp yaşamadığımızı zihin araştırırken, “tahdis-i nimet” suretinde bizi şükre sevk edecek bazı hadiseleri arz etmek istiyoruz. Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur isimli Kur’ân tefsirinin çerçevesinde kalarak, “Emrolunduğun üzere dosdoğru ol!” emrini nefsinde yaşayarak gelen Yeni Asya’nın coğrafyası, bildiğiniz gibi nifakın hâkim olduğu coğrafyalardı.
Hadiseleri, yapısı gereği iğfal ile sunan nifaka karşı, ancak “Nur” ile bakabilenler doğruyu görebildiler. Nifakla başa geçmiş “komite istibdadının” bütün işleri kandırmaya yönelik olunca, Yeni Asya’nın da en büyük vazifesi ikaz etmek, uyarmak ve karşı hücumlara kahramanca göğüs germek oldu. Aşağıda müşahhaslaştırdığımız örnekler üzerinde tartışmaya devam edebiliriz. Tartışmaya delil ve belgelerle katılanlar başımızın üzerinde yer bulacaklardır.
İsterseniz en sondan başlayalım. Henüz mürekkebi kurumamış köşe yazılarından... Yeni Asya, resmî ideolojinin ecdadımıza reddi-i mirası meselesinde büyük müdafaalarda bulundu. Onlara yapılan haksız itham ve iftiraları, sahiplerine iade etti. Bildiğiniz üzere bütün dünya, bugün Osmanlının ihtişamını ve cumhuriyetle başlayan “komite diktatörlüğünden” daha adaletli ve hürriyetçi olduğunu yazıyor.
Günümüzü karartan hadise ve faillerinin tarihî kökleri üzerinde de Yeni Asya’nın araştırmaları fevkalâde önemlidir. Enver Paşa, Çerkez Ethem, Ali Şükrü Bey, Mehmed Akif, Halid Paşa, Cemaleddin Afganî ve Prens Sabahaddin gibi tarihe mal olan zatlara ve günümüzde yapılan zulümlere karşı duran Yeni Asya, Ahrar'ı, İttihad-ı Muhammedîyi, İttihad Terakki içindeki bozuk kısma karşı duran “vatanperverler”i ve Birinci Meclisteki demokratları bütün haseneleriyle müdafaa etti. Diğer ehl-i iman tarafından da kısmen müdafaası yapılan şahsiyetleri burada zikretmiyoruz. Yeni Asya zaten hep inananların yanında oldu. Yukarıdaki şahsiyetler ve tarihî fikir çizgileri hakkında efkâr-ı ammenin ulaştığı kararı hepiniz biliyorsunuz.
Yeni Asya’nın tarihî başarılarından biri de insaniyet, hürriyet ve İslâm düşmanlarının “cumhuriyet”e yükledikleri yanlış mânâlardan onu kurtarmak oldu. Bediüzzaman’ın Asr-ı Saadet pratiğiyle isbat ettiği hakikî cumhuriyetin, şeriatın bizzat özünde olduğunu Yeni Asya dillendirdi. Laik cumhuriyet olduğu gibi, dindar cumhuriyet ve cumhuriyetçilerin de olabileceğini ispat ederek, İstibdâdın ancak küfürle uzlaşabileceğini, İslâmiyetle hiçbir alâkasının olmadığını anlatageldi. Ve milletler arası siyaset teorisyenleri de bunu dillendirmeye başladılar.
Din ve devlet ilişkilerinin bu coğrafyada yerli yerine oturmadığını hepimiz biliyoruz. Osmanlıdan resmî cumhuriyete geçişte milleti inciten bir soruna dönüşen her hastalığa teşhisi Yeni Asya, Bediüzzaman’ın fikirleriyle koydu. Meşrûtiyeti, cumhuriyeti, doğru hürriyeti ve demokrasiyi âyet ve hadislerle anlattı. Bilhassa “dinin siyasete alet edilemeyeceğini,” varlığını ortaya koyarak anlatmaya çalıştı. Türkiye’nin ve dolayısıyla âlem-i İslâmın kırk senesine mâl olan yanlışlarla Yeni Asya göğüs göğüse tartışarak geliyor. Ne yazık ki, ancak on seneden beri yavaş yavaş efkâr-ı amme bu doğru mecraya akmaya başladı ki, maalesef nifak hareketi parmağını bu delikten henüz çıkarmış değil. Fakat zaman Yeni Asya’yı bu hususta da hep haklı çıkardı. Siyasal İslâmın ninni ve masallarıyla büyüyen genç siyasetçiler bile artık “Referansımız İslâm değil” diyorlar.
Cumhuriyeti yalnızca isim ve resimden ibaret bir şekil olarak kuranlar, milleti elastiki kanunlarla istibdatları altına aldılar. Cumhuriyet kanunlarıyla halkına zulmedenlere karşı, Yeni Asya milletin avukatı gayretiyle çalıştı. Dişiyle tırnağıyla bazı yanlış kanunları düzelttiği gibi, birçok din ve hürriyet karşıtı tasarıyı da Mecliste bertaraf ettirdi. Yakın tarihçilerimiz hipnotizmadan kurtuldukları gün bu araştırmalara başlayacaklardır, ümidindeyiz.
Yeni Asya, bütün ihtilâllerin özünün “imansızlık ve inkâr-ı uluhiyet” olduğunu satır aralarında yazdı. Büyük ihtilâlden 31 Mar’ta, Bolşevik ihtilâline, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat ihtilâllerine kadar uzanan zincirin mahiyeti buydu, bütün otoritelere başkaldırıydı ve netice itibariyle anarşi ve kaostu. Aynı zamanda ihtilâl sonrasındaki icraatların üzerlerindeki iğfal perdesini yırtan da Yeni Asya oldu. Yeni Asya’nın 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’taki şanlı ve kahramanca mücadelelerini, tarih mutlaka bir gün yazacaktır. Türkiye bu havaya henüz yeni yeni giriyor. Yeni Asya bu istikamette modern Avrupa ile birlikte yürüdü, milleti mütemadiyen ikaz ve irşad etmeye çalıştı. Devam edeceğiz...
16.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|