eçtiğimiz hafta sonu İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Aile Terapileri (Post-yapısalcılık ve sonrası) isimli bir kongreye katıldık. Dolu bir muhtevası olan bu kongrenin önemli oturumlarından biri Irvin Yalom’un, Güneşe Bakmak: Ölüm Terörü’nün Üstesinden Gelmek adlı konuşma ile ve telekonferans yolu ile katıldığıydı. Bu konuşmada Yalom ölümün üstesinden gelmekten çok varoluşçu bir yaklaşım ile ölümden çok hayata yönelmek gerektiği vurgusunu yaptı. Getirdiği tez ise ölümden sonra varolunmayacağına göre acı da yaşanmayacaktı. O halde ölüme dair anlam ve çözümler yerine hayata yönelmeyi ve kalan ömrü en iyi şekilde geçirmeye odaklanmayı tavsiye ediyordu. Oysa bu teklif darağacına giden bir insana ‘Ora ile ilgilenmeyi bırak, oraya gidene kadar vaktini en iyi şekilde geçirmeye bak’ şeklindeki bir tekliften farklı değildi. Toplumun genel yapısına bakıldığında ölüm gerçeğine bir tanım getirmeden ve kabullenilebilir bir açıklama yapmadan ölüme karşı sükûnet halinde bir yaklaşımın mümkün olamayacağı açık bir şekilde gözükmektedir.
Hayatın her anında karşılaştığımız ve zaman zaman vurucu ifadelerle ortaya konan bir hakikat olan ölüm hep yakınımızda. Depremler, tsunamiler, seller, salgın hastalıklar, trafik kazaları ve uçak düşmeleri aslında her an hayatın içinde var olan ancak çok net görülmediği için unutulan bir hakikati daha vurgulu şekilde önümüze koyuyor. Bu tip olaylar karşısında toplum genelinde ölüm vurgusu daha belirgin hale geliyor ve herkes şuur altında kendi ölümü ile ilgili irtibatlar kuruyor. Maddî alanın ve olayların acımasız olabileceği düşünülüyor. Varlık çarkları karşısında ezildiğini düşünen insan olaylarla bir irtibat noktası arıyor. Olay yakınları ya da olaya maruz kalıp uhrevî âlemlere göç edenler kadar herkesi ve her insanın hayatını ilgilendirir hale geliyor. İnsanlar bu telâş ile olaylarla sağlam bir irtibat noktası kurmaya çalışıyorlar. Hava yolları şirketini, olayla ilgili ihmali olanları suçluyorlar ve bu olayın tekrarlamaması arayışı içinde ölümsüz bir hayat arayışı var. Herkes dünyanın daha güvenli bir mekân olmasını ve kazaların en az olmasını arzu ediyor. Bunun için geliştirilen teknik imkânlar ve sıfır hata arayışı varlıkla insanın yatay bağlantıları açısından ve yeryüzünde fıtrî şeriat kurallarına uymak arayışı açısından çok güzel.
Ancak bütün bunları yürütürken bu kuralları yürüttüğümüz ve uçakları üzerinde uçurduğumuz dünyanın sonsuz bir uzay boşluğunda sür'atle hareket eden küçücük bir nokta olduğunu ve bu küçücük noktanın dahi çok az bir noktasına hükmedebildiğimizi unutmamamız gerekiyor. Bu durumda acziyetimizi kabul etmekten, hem dünyaya hem sonsuz uzay boşluğuna hem de daha görmediğimiz gayb âlemlerine hükmü geçen Sonsuz Kudret Sahibi bir Zat’a dayanmaktan ve esas emniyeti O’nun ile hissetmekten ve alınan tedbirleri O’ndan talep etmenin fiillerle ortaya konan şekli yani fiilî duâ olarak kabul etmekten başka çare yok.
Ölüm aslında hayatın çok net bir hakikati. Her gün vefat eden yüzbinlerce insan bu hakikatin güneşin doğması kadar net bir şekilde içinde olduğunu vazgeçilmez olduğunu ortaya koyuyor. Teknoloji, tıp ve bilimler ne kadar gelişirse gelişsin ölümün tamamen ortadan kalktığı bir dünya hiç olmayacak. Belki geçici bir hayat rengi türünden çareler olabilir. O halde asıl arayışı içinde girilmesi gereken durum ölümsüz bir dünya değil, hayat ve ölüm bağlantısı ve ölümün hayattan ne istediğini anlamak olmalı. Geçen zaman ortaya koydu ki ölüm hayattan fazlasını istiyor. Yani bu kadar hayatla iç içe olan ölümün verdiği mesaj sadece biyolojik bir işleyişin sonlanması değil farklı bir âleme ve ‘Aşkın Olan’a ve ‘Sonsuz Kudret Sahibi’ne nazarları yöneltmek olmalı. Yani şu an nazarlar sadece uçağın nasıl düştüğü ve kimlerin bu işte hatasını olduğuna değil aynı zamanda bu hadiseyi bizlere yaşatan İlâhî iradenin muradının ne olduğunu ve bu olayla bize hangi mesajı vermek istediğini anlamaya da yönelmeli.
Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü hep hatırlamamız gerekiyor. Bu hayatın en net gerçeğini unutmak çözüm değil. Mezarlık girişine ‘Bütün nefisler ölümü tadacaktır’ mealindeki İlâhî ikazın yazılmasına itiraz edebilirsiniz, ancak kâinat kitabında çok vurgulu şekilde yazılan uçak kazaları, depremler gibi kevnî âyetlerin yazılmasını ve gazete, televizyon ve radyolarda bunun dile getirilmesini engelleyemezsiniz. Bu gerçekten kaçamazsınız. O halde anlamak ve hayat içinde neyi ifade ettiğini çözmek gerekiyor. Bununda en kısa yolu vahye kulak vermek ve O’nun hayatımızdaki en açık yansımaları olan Kur’ân ve Hazret-i Muhammed’i (a.s.m.) dinlemek.
Yalom, aslında varoluşçu yaklaşımla ölüm olayını tanımlamanın sıkıntılarını yaşıyor. Ölüme bakmak ve güneşe bakmanın zorluklarını yakınlaştırdığı ifade kurgusunda ölüme ve güneşe bakmakda kolaylık getirdiği düşüncesinde. Ancak ölümü düşünmemek, güneşe gözünü kapamak gibi bir yaklaşım sunuyor düşüncesindeyim.
16.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|