Gençlerdeki şiddetin önü ne ile alınır?
Nev-î insanın üçten birisini teşkil eden gençler, hevesatları galeyanda, hissiyata mağlûp, cüretkâr akıllarını her vakit başına almayan o gençler, âhiret imanını kaybetseler ve Cehennem azabını tahattur etmezlerse, hayat-ı ictimaîyede, ehl-i namusun malı ve ırzı ve zayıf ve ihtiyarların rahatı ve haysiyeti tehlikede kalır. Bazı, bir dakika lezzeti için bir mes’ut hanenin saadetini mahveder ve bu gibi, hapiste dört beş sene azap çeker, canavar bir hayvan hükmüne geçer. Eğer iman-ı âhiret onun imdadına gelse, çabuk aklını başına alır. “Gerçi hükümet hafiyeleri beni görmüyorlar ve ben onlardan saklanabilirim. Fakat Cehennem gibi bir zindanı bulunan bir Padişah-ı Zülcelâlin melâikeleri beni görüyorlar ve fenalıklarımı kaydediyorlar. Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum. Ben de onlar gibi ihtiyar ve zayıf olacağım” diye, birden, zulmen tecavüz etmek istediği adamlara karşı bir şefkat, bir hürmet hissetmeye başlar.
Şuâlar, s. 203, (yeni tanzim, s. 354)
***
İnsanların hayat-ı ictimaiyesinin en kuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis ve hevâlarını tecavüzâttan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı ictimâiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesi olmazsa, “El-hükmü li’l-galib” (Galip olan hükmeder) kaidesiyle, o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zayıflara, âcizlere, dünyayı cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.
Şuâlar, s. 167, (yeni tanzim, s. 287)
***
İşte, iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi, hayat-ı ictimaîye-i insaniyeye taallûk eder. Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faydalarından mezkûr dört delile sairleri kıyas edilse anlaşılır ki, hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu, insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî hâceti derecesinde kat’îdir. Belki, insanın midesindeki ihtiyacın vücûdu, taamların vücuduna delâlet ve şehadetinden daha zâhirdir. Ve daha ziyade tahakkukunu bildirir. Ve eğer bu hakikat-ı haşriyenin neticeleri insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olan insaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir leş hükmüne sukut edeceğini isbat eder.
Beşerin idare ve ahlâk ve ictimaîyâtı ile çok alâkadar olan ictimaîyyun ve siyasiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın! Gelsinler, bu boşluğu neyle doldurabilirler? Ve bu derin yaraları neyle tedavi edebilirler?
Şuâlar, s. 167, (yeni tanzim, s. 289)
Lügatçe:
hayat-ı ictimâiye: Sosyal hayat.
medar: Kaynak, sebep.
hissiyat: Hisler, duygular.
şiddet-i galeyan: Şiddetli coşma, kaynama.
ifratkâr: Aşırı giden.
hevâ: Nefsin kötü arzusu.
hüsn-ü cereyân: Güzel cereyan.
hevesat: Nefsin heves ve arzuları.
süflî: Aşağı, alçak, âdî.
nev-î insan: İnsan nev'î, insanoğlu.
tahattur: Hatırlama.
iman-ı âhiret: Ahirete iman.
hafiye: Gizli çalışan, casus.
Padişah-ı Zülcelâl: Sonsuz haşmet ve büyüklük sahibi bir Padişah olan Cenâb-ı Hak.
melâike: Melekler.
hakikat-ı haşriye: Haşir hakikati, öldükten sonra diriliş gerçeği.
taam: Yemek.
ictimaiyyun: Sosyologlar.
siyasiyyun: Siyâset adamları.
ahlâkiyyun: Ahlâkçılar; ahlâk ilmiyle uğraşan kimseler. Pedagoglar.
|