Sandık gibi tabut da tahtadan yapılır. Aynı malzemeden yapılan bu iki unsur, bugünün en çok düşündüren, konuşulan, tartışılan meselesi.
Açılan seçim sandıkları bazılarını—buruk da olsa—sevindirirken, kimilerini de haliyle üzmüştür.
Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının tabutları ise, millet ekseriyetini üzdüğü, hatta üzüntüye boğduğu muhakkaktır.
Bu defaki seçim, bu açıdan örneklerine pek rastlanılmayan bir atmosferde geçti. Dolayısıyla, kazananlar da, kazandığına hakkıyla sevinemedi, sevinmemeli.
Zira, hissiyatlara galip gelen şey, daima ölümdür. Ölüm konuştuğunda, herkes susar, susmalı.
Ölüm, en büyük nasihattır. Onun kadar tesirli bir nasihatı, hangi fânî yapabilir, yapabilmiş?
Dolayısıyla, bu seçimin galibi ecel sultanıdır, ölüm hakikatidir.
Asıl saltanat, bugün için başkanlık koltuğunda değil, taht misâli o musalla taşında...
Evet, bu kritik seçim döneminin unutulmazları arasında iki önemli mesele yer aldı.
Biri, şöhretin servetin, paranın oluk gibi akıtıldığı seçim kampanyası.
Diğeri ise, hüzünlü gözyaşlarının sel olup aktığı feci ölüm hadisesi.
Ölüm konuştuğu anda ise, müsrif kampanya bitti, ağız dalaşına giren liderler sustu, naraların yükseldiği meydanlardan çıt çıkmadı.
Zira, konuşan en büyük nasihatçı olan ölümdü, eceldi şimdi. Konuşan, yalnız hakikat idi. Tıpkı, Veysel'in dediği gibi: "Murat yalan; ölüm gerçek."
Evet, bu dünya gerçek murat, hakikî saadet yeri değildir. Ne var ki, hakikî huzur ve saadet, yine de burada kazanılır.
Allah'tan dileğimiz odur ki, bu fânî dünyadan murat alamayıp feci bir kaza sonucu ebedî âleme göç eden Yazıcıoğlu ve beraberindekiler, orada hakikî saadete nail olsunlar.
Hülâsa: Sandık da, tabut da ahşaptır, ağaçtandır. İkisi de lisân–ı halleriyle konuşurlar, insanlara ders verirler. Ancak, tabutun verdiği ders, her zaman için daha halis, daha makbul ve çok daha tesirlidir.
Ezan düşmanlığı yeniden hortladı
Muhammedî (asm) ezanın yasaklanması, yakın tarihimizin en kara, en utanç verici lekelerinden biridir.
1932–50 yılları arasında din üzerinde yapılan icraat ve tasarruf, doğrudan doğruya din düşmanlığına dayanır. Bunun başka türlü inandırıcı bir izahı yoktur ve olamaz.
Dolayısıyla, dünya durdukça, ülkemizin alnına bu kara lekeyi vuranlar unutulmayacak ve daima nefretle anılacaklardır.
Siyasî ve askerî kuvvetin sonuna kadar kullanıldığı ve pekçok masumun canına kıyıldığı bu yasaklı dönemin baş sorumlularından biri İsmet Paşa, diğeri ise, dindar kesimin en çok aldandığı Fevzi Paşadır.
18 sene yasaklanan Muhammedî ezan, 17 Haziran 1950'de yeniden hürriyetine kavuştu.
Ancak, köken itibariyle Türk ve Müslüman da olmayan içimizdeki dönmeler, bu durumdan şiddetle rahatsız oldu. İşte, bu kesimin öncülük ve klavuzluk ettiği 1960 darbesinden sonra konuşan cuntacılar, ezandan duydukları rahatsızlığı ifade etmekten çekinmediler. (Bkz: Nazlı Ilıcak; 27 Mayıs Yargılanıyor, Kervan Yayıncılık, 1978.)
27 Mayıs darbecileri gibi, 12 Mart muhtıracıları da Muhammedî ezandan rahatsızlık duydular. Üstelik, muhtıracılar bir adım daha ileri giderek, ezanın tekrar Türkçe okunması yolunda bazı teşebbüslerde bulundular.
Nitekim, bu maksatla hazırlamış oldukları bir yasa teklifini 30 Mart günü Senato'ya sundular; ancak, istedikleri neticeyi alamadılar.
Evet, "9 Mart cuntası"nı dağıtan 12 Mart cuntacıları, 12 Mart 1971'de hükümete yönelik bir muhtıra vererek o günkü siyasî iktidarı (AP) devirdiler. Muhtıracılar, şayet hükümet istifa edip iktidarı terk etmezse, silâh zoruyla darbe yapacaklarını açıkça deklare ettiler.
İktidardan düşürülen AP hükümetinin yerine derme–çatma, uyduruk "Erim hükümeti" kuruldu. (19 Mart 1971)
İşte, 10'u Meclis'ten, 14'ü ise Meclis dışından belirlenen bu uyduruk hükümetin kurulmasından sadece on günlük bir süre geçmişti ki, bir karanlık el yeniden harekete geçti ve Muhammedî ezanı tekrar yasaklatmak istedi.
Bu maksatla hazırlanan bir kànun teklifi Senato'nun gündemine getirildi, ancak, 30 Mart günü yapılan görüşmeler neticesinde bu teklif reddedilerek, bir büyük fitnenin önüne geçilmiş oldu.
Buna benzer bir fitne hareketi de, Kasım 1995'te hortladı. MHP milletvekili eski DGM savcısı Nusret Demiral, ezanın Türkçe okunması yönünde çaba sarf edilmesini istedi. Ancak, gördüğü şiddetli tepkiler karşısında geri adım atmak durumunda kaldı.
Bütün bu yaşananlar gösteriyor ki, ikide bir "Türkçe ezan" ve "Türkçe ibadet" şeklinde ortaya çıkan bir manevî fitne tehlikesiyle her zaman karşı karşıya bulunmaktayız. Onun içindir ki, bu hususta daima dikkatli ve teyakkuz halinde olmak icap ediyor.
30.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|