Önümüzde birikmiş bir hayli konu ve muhtelif sorular var. Bugün bu hususlara kısa ve net ifadelerle değinmeye çalışalım.
Öyle bir musibet ki...
Seçime dört gün kala, Türkiye'nin başına öyle bir musibet geldi ki, cidden bin nasihatten daha tesirli görünüyor.
BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri taşıyan helikopterin düştüğü saatin üzerinden iki günlük bir süre geçtiği halde (şu an saat 15.00, Cuma) bulunamamış olması, son derece üzücü ve aynı ölçüde düşündürücü bir durum.
Ülke ve millet için bundan daha büyük bir ders, daha tesirli bir nasihat olamazdı.
Biliyorsunuz, son adâletsiz ve orantısız bir seçim maratonu vardı. Kimi partiler beş parasız durumda iken, kimileri devlet bütçesine denk bir masrafla seçim kampanyası yürüttü.
Başımıza öyle bir musibet geldi ki, bu vahşi maraton durma, kampanyalar bitme ve meydan mitinglerine son verme noktasına gelindi. Böylelikle, eşitlik bir derece olsun sağlanabildi. Aksi halde, kim bilir gidişat nice olurdu...
Bu arada, teknolojideki ilerlemeyi vurgulamak için tâ Özal'dan beri söylenen "Türkiye çağ atladı" iddiasının nasıl lâftan ibaret kaldığını da herkes görmüş, anlamış oldu. Ortadaki teknolojik perişaniyet, bize pekçok şeyi anlatmaya yeter de, artar bile.
İpotekli siyaset anlayışı
Bazı siyasîler, vatandaşın oyunu kendi partileri için âdeta ipoteklemiş gibi davranıyor. "Şu kesim, bize oy vermeye mecburdur" havasını pompalıyor.
Bazı DTP'lileri dinledim. "Biz Kürtlerin temsilcisiyiz" diyorlar. Dolayısıyla, işi "Kürtler bize oy vermek mecburiyetinde" noktasına getirip dayandırıyorlar.
Aynı ipotekli anlayışla hareket eden bazı MHP'liler de, "Türk kanı taşıyan herkesin" kendilerine oy vermesi gerektiğini düşünüyor.
Aynı şekilde, SP'liler "Ben dindarım" diyenlere kendi partisini adres gösterirken, AKP'liler de "Bizden olmayanlar, Ergekoncudur, ya da onlara yardım ediyor" demeye getiriyorlar.
Oh ne âlâ demokrasi...
Beyler, sizin demokrasiden anladığınız bu mu? Sizlerin demokrasiden nasibiniz bu kadarcık mı? Sizin anlayışınıza göre, sizin partinize oy vermeyenin Türklüğünden, Kürtlüğünden, demokratlığından, hatta dininden imanından şüphe etmek mi lâzım?
Böyle davranmakla, aslında hiçbirinizin "özde demokrat" olmadığınızı bir bakıma ispat ediyorsunuz. Ancak, demokrasi sizlerin ipoteğinde değildir; bunu bilesiniz.
Seçim anketleri
Kitleleri etkileyen büyük medyanın büyük partiler arasında parsellendiğini biliyorduk. Ancak, anket yapan şirketler için bir derece olsun iyimserlik içindeydik.
Ancak, son günlerde gördük ki, anketçiler de parsellenmiş durumda.
İnanıyorum ki, seçim sonuçları bu kez birçok anketçiyi yalanlayıp mahçup edecek. Biz, onların ilân ettikleri rakamları kayda geçirdik ve seçim sonrasında teşhir edilmek üzere arşivledik.
Bunların arasında öyleleri vardır ki, cidden "içine tükürülecek cinsten."
Bekleyip göreceğiz...
İsterse yüzde 1 olsun
Bir misyona, bir dâvâya bağlı olanlar, destek verdikleri partilerin oy oranı ne olursa olsun, destek vermekten vazgeçmez, yaptığından dolayı da pişmanlık duymaz. Aksi halde, o dâvânın adamı olamaz.
Bu meyanda bize sorular yönelten dostlarımıza vereceğimiz cevap da aynı ölçü ve kıstaslara dayanır:
1) Değil mi ki, her yönüyle rehber edindiğimiz Kur'ân'dan alınmış Nurânî hakikatler, bize bu dersi veriyor.
2) Değil mi ki, o Nurânî hakikatlerin zaman ve zemine tatbikini müzakere edip yorumlayan "umumî meşveretimiz"in kararı bu yönde tecelli ediyor.
3) Değil mi ki, asrın sahibi olan Üstad Bediüzzaman, kendi fikr–i siyasisine yakın olan parti—âdeta sıfırlanmış iken—onun yeniden dirilmesi için 35 sene beklemiş de, bunca zaman zarfında (1914–23 Hİ, 1925 TCF, 1930 CSF, 1945 MKP, 1948 MP) başkasının dolmuşuna binmeye tenezzül dahi etmemiş.
Bu itibarla, mesuliyetimizin idraki içinde hareket ettiğimize inanıyoruz.
Zira, bizde meşveret ve şûrânın kararına uymamak olmaz. O karara uymadığımızı ise, kimse çıkıp iddia edemez. Bu açıdan, netice ne olursa olsun, kalben ve vicdanen müsterihiz.
Ayrıca, gerek tarih önünde ve gerekse İlâhî huzurda bu yaptığımızın hesabını vermeye de hazırız.
Herkes kendinden mesuldür. Bizler ise, omuzlarımızda iki türlü mesuliyeti birden hissediyoruz: Hem kendimizin, hem de hitap ettiğimiz kitlenin mesuliyeti...
Dolayısıyla, seçimin neticesi ne olursa olsun, bizim temel ölçü ve kıstaslarımız gibi, kanaat ve yakînimiz de değişmez.
Bu arada "meşveret kararına rağmen" farklı hareket edenlerin, meşveretten ne anladığını hakikaten merak ediyor ve şu endişemizi sizlerle paylaşmak istiyoruz: Meşverete bu konuda itiraz (veya muhalefet) eden kimse, yarın bir başkasının da başka konularda muhalefet etmesine ve aykırı yönde gitmesine ne yazık ki emsâl teşkil etmiş oluyor.
Demokrat'a benziyor olmak
Bazı okuyucularımız, hiçbir zaman "Ben Demokrat'ın devamıyım" demeyen AKP'nin Demokratlara benzediğini hatırlatarak, bu konuda tereddüde düştüklerini ifade ediyorlar.
Doğrudur, AKP görünürde Demokrat'a benziyor. Ki, asıl tehlike de burada zaten.
Zira, bir hakikate en büyük zararı veren, onun zıddı değil, benzeridir.
Meselâ, Üstad Bediüzzaman'ın dâvâsına en büyük zararın Anadolu'daki hapis, sürgün, mahkeme yoluyla değil, 1935–1944 yıllarında "İstanbul'daki ihtiyar hoca" eliyle verilmiş olması gibi...
Bugünkü iktidar partisi Demokrata benzediği gibi, mirasına da konmuş durumda. Peki, ya Demokratın misyonu?
Mirasa konup, misyonu reddetmek, günümüz siyasetine mahsus bir vaziyet, bir vefâsızlık örneği olsa gerek.
Ama biz, herkese ispat etmeye hazırız ki, bugünkü iktidar partisinin beslendiği siyasî, fikrî ve mânevî sahadaki ana damarların tamamı, 1940'lardaki en büyük tahribata sebebiyet veren o "dost zat"a, yani o ihtiyar zata gidip dayanıyor. Bunu da, o zatın muhiplerini gücendirmeden ve sırf Nur Talebeleri bilsin diye, perdeyi yırtmadan kısaca hatırlatmış olalım.
* * *
Son olarak, YÖK'ün mevcut yasaklarına ilâveten karşımıza çıkan YSK'nın hukuk ve mantık dışı yasaklarıyla başedemeyen bir iktidarın, hakikatte ne ölçüde muktedir olduğu veya olabileceği hususunu düşünmekte fayda var.
28.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|