İnsan...
İnsan, aslında, kendisini ararmıştı bu hayatta..
Bulduğu da, olduğu ile olabileceği arasındaki o çok ince çizgiymişti, aslında, o aradığı kendisi...
***
Ben neyi arardım hayatta?
Sahi, ben kimdim!?
Bana kim-liğimi veren kimdi?..
İrade denen, o ne kadar kazılsa da bi türlü dibine varılamayan, hangi bi türlü de olsa o tam açıklanamayan dipsiz kuyu, ama vicdanda “ille de” yakînî hissedilen o bilmece, bana, ne kadar o kim-liğimi verirdi?..
Meyelan mı emr-i itibarî idi, bendeki, yoksa meyelândaki o tasarruf mu; bizi sorumlu ya da sorumsuz kılan, imtihanımız miktarınca?..
Atmasa da mı ölecekti o insan, tüfekten, yoksa eğer ölecekse zaten “ille de” atılmaya gerek yok mu idi?..
Hâsıl-ı bi’l-masdar’dan mı müştaktı bütün o yaptıklarımız, yoksa asıl bir de fâil de var mıydı ayrıca?..
Kader sebep ile müsebbebe bir mi bakardı, yoksa sebebe ayrı, müsebbebe ayrı bir kader takdir edilebilir miydi; sahi, Kader neydi?..
Kudret’ten ne kadar müstağnî olabilir idi, İrade’nin tasarrufu miktarınca?..
Yoksa, Allah dilemedikçe, bizim de isteyemeyeceğimizin arasındaki o “çok ince” sır mıydı, bizim bütün bu yaptığımız ya da yaptığımızı zannettiğimiz şeyler şu hayatta, aslında?..
Kötülükte iyilik gibi yaratılmış mıydı nefsü’l-emir’de, sebepsiz, bizzat, yoksa, onu asıl bizim nefsimiz mi istemişti de..
Şeytan da, melekler gibi “bizzat” yaratılmış mıydı, yoksa, asıl şeytan olmayı o da kendisi mi istemişti kendi nefsinde, meyelandaki tasarruf “tercihince” cüz-ü irade’nin dahli ölçüsünce!?..
Melekler de, melek olmayı aslında biraz da istemişler miydi az da olsa kendileri, kendilerinin, sadece iyiliğe olan o masûm da olsa istidatları fehvâsınca, yoksa ille de zoraki, hem de icbârî mi idi tamamen bu, onların dünyasında!?..
O zaman, Allah’ın, “Küllî Adâleti” nasıl olurdu da gerçekleşirdi hayatta?..
***
Yokluğun da bir vücûdu olabilir miydi, tıpkı bir varlığın yokluğunda olduğu gibi?..
Yok, yok olduğunda var oluyorsa, var, yok olduğunda ne olurdu?..
“Mutlâk yokluk” ya da “idâm-ı sırf” mümkün müydü?..
Ölçümleri, hep yanlış çıkanların ölçülerinin, az da olsa doğruluğundan söz edilebilir miydi, ölçümleri hep doğru çıkanların ölçülerinin yanlışlığı miktarınca?..
Son olarak: Sorularımız da, aslında, cevaplarımızla yer değiştirebilir miydi ara sıra bu hayatta, cevaplarımızın soru olabileceği, olabildiği miktarınca?..
|
ORHAN ALİ YILMAZ
28.03.2009
|
|
Gelincikler ve başaklar…
Gelinciklerin, kendilerini esintinin ahengine bıraktıkları bir zamanda gitmek nasip oldu Çanakkale’ye. Manzara mükemmel. Her yerde gelincikler mevcut. Başaklar salınıyor rüzgârın arzusu üzere… Rüzgâr, ben buraların meşhuruyum dercesine esiyor. Rüzgâra karşı durmak ne mümkün…
Gelinciklere bakınca onlar hatırıma geliyor… Çanakkale Destanını yazan askerler… Sanki her birisi bir gelincik… Sanki onlardan sonra gelincikler emanet almış buraları.. Hakeza başaklar da… Gelincikler bir asker edasıyla hazır ol vaziyetinde duruyorlar, rüzgârın emrine sadık bir şekilde… Kan kırmızısı gelincikler…
Henüz ağaçların dalları bahara müjde vermeye hazırlanırken… Tomurcuklar saf saf dizilmeye yüz tutmuşken. Kuşlar aheste aheste süzülürken… Bir destan yazılmış Çanakkale’de…
Bizim için övünç ve gurur kaynağı Çanakkale Destanı… Ders kitaplarımızda anlatılanlardan daha çoğunu burayı ziyaretimle daha iyi anladım. Çanakkale’de kalplerin iman aşkıyla nasıl attığını daha iyi hissettim. Ve o aşkla nasıl bir zafere doğru gidildiğini… Düşman dahi olsa yaralı bir esire nasıl merhamet ettiklerinin hikâyesini dinledim. Ve daha pek çok ibretli hatıra insana tesir ediyor. O hatıralardan biri de Seyyid Onbaşı’nın hikâyesi…
O gün ki savaş sırasında, bulundukları cephede üç kişi kalmışlar. Diğer topçular şehit olmuş. Çanakkale’de savaş esnasında yardım alacak kimse kalmayınca, davranmış Seyyid Onbaşı. Kalbindeki imanın kuvvetiyle 215 okkalık top mermisini kaldırmış. Aynı kuvvetle, dilinde “La Havle Ve La kuvvete illa billahil Aliyyil Azim” ile davranmış, düşmana karşı durmuş. Omuz kemiklerinin çatırtısını duyan yanındaki Niğdeli Ali hayret ve dehşet içinde bakakalmış Seyyid Onbaşıya… Komutan gözlerine inanamamış. Neticede Allah’ın inayetiyle zafer kazanılmış.
Aynı gün geç saatlerde Kumandan Seyyid Onbaşıyı bu başarısından dolayı kutlamış, merminin bir defa da kendi huzurunda kaldırılmasını istemişti. Seyyid Onbaşı bu istek üzerine şu cevabı veriyor: “Ben bu mermileri kaldırırken, gönlüm Allah’ın feyziyle doldu. Kendimde bir başkalık hissettim. İlimle, erdemle, ibadetle edilir iş değildi. Ancak bu kuvvetin sırrı o anda Allah’ın ihsan ettiği bir vergi idi. Bu ağırlığı kaldıracak kadar bir makama varmışsam bu duâ ve rıza ile olmuştur. Ama şimdi kaldırmam mümkün değildir komutanım" der.1
Bulut içinde kılınan bayram namazı hatırası ayrı bir hislendiriyor insanı… Ramazan’ın ardından gelen Arefe Gününde bayram namazını topluca eda etmek isterler askerler. Bir gün önceden isteklerini bildirirler. Cephe kumandanı bunun düşman için bulunmaz fırsat olacağını, tehlikeli olduğunu, askerlere münasip bir dille anlatmasını söyler hafız efendiye. Hafız efendi kumandanın sözlerinden sonra bilgide yetkili bir zata rast gelir. O zat “askere bir şey söylememesini, Allah ne derse o olur der.” Sabah olur. Asker mutlak namazı eda edecektir. Hep beraber göğe bakarlar ki hevenk hevenk beyaz bulutlar etrafı sarmış. Az sonra bulutlar yere inerler. Asker Allah u ekber nidalarıyla toprağa yüz sürerler. O bilge zat Fetih Sûresinden okur. Sonra bayram namazını eda ederler. Bu olay karşısında herkes “Lailahe illallah MuhammedurresulAllah” nidasıyla coşar… Bir ara garip bir şey olur. Düşman siperinde de Allah u ekber Allah u ekber sesleri yükselir. Daha sonra öğrenirler ki Düşman sömürgesindeki Müslüman askerler, Müslüman Türk askeri karşısında savaştıklarını duyunca isyan ederler, cepheden uzaklaştırılırlar. Hatırayı anlatan hafız imam bulut hadisesinin, Allah’ın emriyle dört büyük melekten biri olan Mikail Aleyhisselam tarafından yerine getirildiğini söylüyor.2
Çanakkale’de her yerde ayrı bir hatıra mevcut. Her hatıra ayrı bir ibret, ayrı bir hislendiriyor insanı. Şimdi o hatıraların yaşandığı yerler gelincik ve başaklarla dolmuş. Başaklar salınıyor hislice… Gelincikler bir asker edasıyla hazır ol vaziyetinde duruyorlar, rüzgârın emrine sadık bir şekilde… Gelincik biliyor vazifesini… Bizim vazifemiz de kadirşinaslık ve vatanı için canını feda eden ecdadımızı rahmetle, medihle yad etmek. Allah’ın izniyle hamiyet ve muhabbetle birlik içinde olmak… Gelincikler misali uhuvvet ile yaşamak.
Dipnotlar:
1. Çanakkale Savaşları Ve Menkıbeler, Mehmet İhsan Gençcan
2. A.g.e
|
FATMA ALTUNER
28.03.2009
|
|
Nice kırklı yıla Yeni Asya'm
Hem öğretir, hem de eğitirsin
Nice kırklı yıla Yeni Asya’m
Hakikatin susmaz gür sesisin
Nice kırklı yıla Yeni Asya’m
Gerçeği duyurmaktır şiârın
Hürriyet, adalettir miyârın
Her zaman hakta sebattır kârın
Nice kırklı yıla Yeni Asya’m
Okurlarına bilgi saçarsın
Güzeli, doğruları yazarsın
Şevkimize şevk, ümit katarsın
Nice kırklı yıla Yeni Asya’m
Dikkat ile okunur her köşen
Birbirinden güzel her sahifen
Usandırmaz, içten okunursun
Nice kırklı yıla Yeni Asya’m
Müsbet ilimleri okutursun
Dini ilimleri sevdirirsin
Her sayfan, her gün, bir başka güzel
Nice kırklı yıla Yeni Asya’m.
|
İSA YAKAN
28.03.2009
|
|
Rahmet yağmurları altında seni andık Üstadım!
23 Mart 2009. Malûmunuz, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî (ra) Hazretlerinin 49. vefat yıl dönümü. Gazetemizin gelenek haline getirdiği güzel çalışmalardan biri için güzel bir gün. Bugün “İlâhî ikaz: Kriz” eki ile birlikte gazetemizi bütün Ankara’ya dağıtmayı planlıyoruz. İstiyoruz ki, kendisini rahmetle andığımız Üstadımızı tanımayan insan kalmasın. Gazetemizin hazırlamış olduğu ek ile insanlar iktisadı, şükretmeyi bir parça hatırlasın, mutlu olsun.
Bu niyetlerle başladık gazetemizi dağıtmaya. Yaklaşık üç bin gazeteyi 15 arkadaş paylaştık. Bunların bir çoğu liseli kardeşlerimiz. Gazi Mahallesi, tren garı ve vagonlar, Beşevler, Tandoğan, Emek, Bahçeli, Terminal metroları, Yüzüncüyıl, Balgat, Emek - 8. cadde, 4. Cadde, 7. Cadde, 1. Cadde, Ankara Şehir Terminali dağıttığımız noktaları oluşturuyor.
Ankara’nın bütün semtlerinde olduğu gibi biz de kendi bölgelerimizde tam 15 noktada gazetemizi dağıtıyoruz. Çok güzel hatıralar yaşanıyor bu arada. Şükür insanlar nur yüzlü gençlerden gazete almayı reddetmiyor. Aldığı gibi otobüste, trende, iş yerlerinde gazetemizi okuyor. Üstadımızı tanıyor. Hiç olmazsa krizin bir kulluk probleminden kaynaklandığını anlıyor. Bir bakış açısı kazanıyor.
Şimdi gazetemizi dağıtan arkadaşların samimî hissiyatlarını sizinle paylaşıyoruz:
Emin Kınıklı (14): Bugün yağmurlu ve biraz soğuktu. Ancak Risâle-i Nur ateşi bizi ısıttı ve üşümemizi önledi. Bütün gazeteleri dağıttık. Çok mutluyuz.
Bilal Yenigülen (14): Sabahtan kalktım, geldim. Kardeşim Nail’le birlikte Yeni Asya’nın özel ekini dağıttık.
Nail Karakoçlar (15): Gazeteyi dağıtırken hep Bediüzzaman’ı (ra) düşündüm. Ve yağmura, kara hiç aldırmadım.
Özgür Karacan (17): Gazete dağıttığımız için çok mutlu oldum.
Bilal ve Nail (14 ve 15): Hiç usanmadan dağıttık.
Doğancan Temelli (11): Bu güzel gazeteyi dağıtmaktan onur duydum.
İsmail Yenigülen (18): Bediüzzaman’ı rahmetle anıyoruz. Gazetemizin dağıtımında yardımcı olan; Arafat, Ercan ve Muharrem Ağabeylere teşekkür ediyoruz.
|
28.03.2009
|