Unutulan niceler gibi unutulma yerine, her gün yadınla uyanıyor, hasretinle yoğruluyor saatlerimiz, dakikalarımız...
Bahar gelince de, bîçare mecnunların “kış sekînetini” bozan yeni cinnetlere yaklaştırır, sana olan hasretimiz sevgili Üstadım...
Nevruz-u Sultanî’nin temâşâsına bizi davet eden, sen değil miydin?
Hem davet edersin, hem de bir “nevruz” günü aramızdan uçar gidersin...
“Yeni bahar gününde” tebessümlerimizi giryan kuşattı...
Fakat sen irtihalinle bile bize ümit veriyorsun.
Baharı göstererek “Bir ölür, bin diriliriz” diyorsun.
Bu baharda milyonlarca Said ve Nurlar isminle çağırılırken, firkat ateşinle “sevgin” dolu sineler tutuşuyor bugün.
Isparta’dan Urfa’ya seni takip eden gizli gözler de beht u hayret içindeler...
Her geçtiğin diyar baran-ı Nisanla yıkanırken, arkan sıra müjdelediğin yüz binlerce Said, geniş bir coğrafyada gözlerini açıyor hayata...
Anadolu kır çiçeğinden gül çiçeğine yâdınla süslenirken, bir nebzecik de olsun, seyre gelmez misin?
Ey Şam-ı Şerifin şanlı hatibi, hutbeni irad ettiğin makam bugün tehdit altında.
Düne kadar seni dinlemeyen, çözümü beyâbanlarda arayan ulemamız, hutbeni tekrar irad etmeni istiyorlar.
Ey Hasenî çizginin pişdârı,
Hüseyn’in bayraktarı!..
Hürriyet diye inleyen mazlumların çerağı!
Şah-ı Şühedâ Huseyn’in canı pahasına yere düşürmediği ve tâ Kerbelâ’dan Şam-ı Şerif’e başı üstünde taşıyarak getirdiği “hürriyet” sancağını devraldığını artık herkes duydu. İsevî âlemin ruhanî lideri bile “Benî Ümeyye”deki ayak izlerini arıyor, hürriyet ve insanlık vadisinde sana biat ettiğini cihana ilân ediyor... Fakat dindarlarımız “Hürriyet Hitâbeni” henüz yeni yeni kekeleyerek okumaya çalışıyorlar. Yezid’e yardım eden “istibdadın” aramızdaki temsilcileri Yezid’den de Yezidî çıktı. Şam-ı Şerif’ten İstanbul’a ve hatta Selanik’e hutbelerini yeniden okumak için aramıza tekrar teşrif etmez misin?..
Ey “hekimlere” hikmette üstadlık yapan efendim! Akılların nemrut-firavunluğunu Kur’ân’ın hikmetiyle maskaraya çevirdin... Öyle bir meydan okudun ki, felsefenin bin senelik birikimini köpükler gibi havalara uçurdun.
Teknolojinin nihaî noktalarına işaretlerle, vahyin yüceliğini yeniden izhar ettin. Dün ayaklarını bile ıslatamayan felsefe, bugün müfsit âletlerle karaları dolduruyor. Evlâtlarımızla birlikte tehlikeden çok uzaklarda olduğumuzu söylemeyiz, Üstadım.
Medreselere çevirdiğin zindanlarının hikâyelerini kitaplarda okurken hal-i pürmelâlimizle karşılaşıyoruz. Yani kendi zindanlarımızla. Ayaklarımızdaki halkalar seninkinden daha mı kalın acaba! O kadar ağır hareket edebiliyoruz ki... Müfsit âletlerden çıkan sefih nefeslerle hevaî zehirlenmeyle karşı karşıya kaldık. Nur-u Kur’ân’ın pencerelerine yeterince yaklaşamadığımızdan sanki beynimiz uyuşuyor. Ağzımızda dillerimiz ağırlaşıyor. Dâvânı sana lâyık fesahat-belâgatla haykıramıyoruz. Tasarrufunun her dem devam ettiğine inanıyoruz. Nefsimizle ailemizi, cemiyetimizle ülkemizi ve tüm dünyayı kuşatan şu zindandan halâsımız için himmetini esirgemezsin değil mi?
Verdiğin müjdeler çıkmaya devam ediyor, Üstadım. Anadolu Nuh’un (a.s) gemisine, Barla saadet köşküne döndü. Afyon savcısının söylediği rakamı talebelerin onlara katladı. Yeni dünya-eski dünya “Nurları” konuşuyor. Kur’ân-ı Kerimden sonra evleri en çok şenlendiren, Kitap ve Sünnetten süzülen risâlelerin oldu. Fakat Samyeli hâlâ esmeye devam ediyor. Gül bahçeleri tehdit altında. Mesih-i Deccal Şam-ı Şerif’e yöneldi. Nifak-şikak’ın bayraktarı can havliyle ikinci Avrupa’dan medet bekliyor. Bildiğin gibi, meydanların tarrakaları semalara yükseliyor. Yecüc-Mecüc tüm kıtalarda işbaşında. Her gün yeni bir coğrafyayı ateşe vermekle meşgul. Yalnız, tanınmamak için ismini değiştirmiş; terör diyorlar kendisine... Görüyorsun ki, düşman-ı gaddar nifakla merkezlere sızdığından, zaman zaman Müslümanların ferasetlerine perde çekiliyor. Bakışlarla birlikte muhakemeler de havalanıyor bugün. “Dehşetli dinsiz münafıkları” dine hizmet iddiasındaki Müslümanların kucağında görüyoruz. Ey nur-u zaman! Acaba himmetinle ümmeti yer yer musallat olmuş humktan kurtaramaz mısın?
Seni sevgili coğrafyalarınla birlikte, çok sevdiğin talebelerin de arıyor bugün. İslâmköy’den Karadağ’a seninle konuşan Hafız Ali’lerin, askerce sana muhatap olmuş Refet, Hüsrev, Rüştü, Asım ve Hulusi’lerin vardı. Etrafını, müderrislikten talebeliğe terfi etmiş Sabri’lerin, Feyzi’lerin, Tevfik’lerin ve Muhacir Hafız Ahmet’lerin sarardı. Sonra kucaklarında hediye olarak hayatlarını alıp getiren Tahirî’ler, Zübeyir, Ceylan, Sungur ve Bayram’larla Anadolu gençliğini heyecan sardı. Bir lâhikanı taşımayı vekilliğe değişmeyen bu kahramanlar dünyada, berzahta seni anıyorlar bugün.
Şikâyetimiz bizden bize Üstadım. Bıraktık bazılarımız Zübeyirce müdaafayı. İhlâs, uhuvvet, sadakat, sebat ve takvada ısrar edenlere “mübarek!” diyorlar bugün. Yeniden gel aramıza! Fırtınaların çetin, cereyanların kuvvetli olacağını zaten söylemiştin. Öyle bir fırtına ki, asırlık çınarlar titriyor lerzelerle... Bazan ayaklarımızı yerden kesip halden hale uçurduğu da oluyor. Bildiğin gibi, bazan ödümüz kopuyor. Tekrar aramıza teşrif etmez misin? Bir rayiha veya bir ruh gibi aramıza akıp boşluklarımızı dolduramaz mısın canım Üstadım...
Gönüller tahassür dolu, gözler rutubetli. Bakışlarımız gösterdiğin ufuklarda tebessümle gezinirken, seni bugün dünden çok özlediğimizi söyleyemez miyiz?
27.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|