“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber,
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber”
N. Fazıl
Ölüm kelimesi, insanların fazla duymak istemedikleri, mümkün olduğu kadar uzak durdukları, söz ve sohbet konusu yapmaktan çekindikleri bir kelimedir. Bir sohbet sırasında ölümden söz açıldığında, insanların suratı asılır, neşesi kaçar, huzuru bozulur. Çünkü nefisler bundan rahatsız olur. Ölümün mânâsını ve mahiyetini bilmeyenler, onu anmak ve adını duymak istemezler. Ölümün adı bile onları rahatsız etmeye, huzurunu kaçırmaya yeter. Onun için ölümün adı anıldığında “Ağzından yel alsın” derler. Yani bu kelimeyi bir daha ağzına alma, ondan bahsetme diye temennide bulunulur.
Ama insan her ne kadar ölümü ağzına almasa ve onu unutsa da, ölüm insanı unutmaz ve kendisini de unutturmaz. Her gün cami avlularındaki tabutlarla, omuzlarda taşınan cenazelerle, hastalık veya kaza sonucu vefat eden insanlarla, kendisini bize hatırlatır. Biz ne kadar ondan uzak durmak istesek de, o bize şah damarımızdan daha yakın olduğunu gösterir.
Bu kadar yakınımızda olan ölümü görmezlikten gelmek ve onun adını bile anmamak, deve kuşu pozisyonu almaktan başka bir şey değildir. Bu şekilde hangi insan ecelin elinden kurtulmuş ki? Gerçek kurtuluş ve selâmet, ölüme yakın olmak, onunla dost olmak değil midir? Gafletin, husûmetin ve korkunun ecele faydası olmadığına göre, ölümün yüzüne gülmek, ona dostluk eli uzatmak, onunla barışık olmak daha iyi değil midir?
İnsan bilmediği şeyden çekinir, korkar, telâşa kapılır. Gecenin karanlığında uzaktan bir karartı görsek, ürpeririz. Bize bir zararı dokunmasından endişe ederiz. Ama yanına varsak, mahiyetini görsek, mânâsını anlasak, endişemiz ve korkumuz ortadan kalkar. Bizim korktuğumuz karartı, belki bir dostumuz, ahbabımız olarak karşımıza çıkar.
Aslında ölümden bahsedilmesinden rahatsız olan, onun adı anıldığında huzuru kaçan, nefsimizdir. Yoksa kalbin, ruhun ve diğer duyguların ölümden bir endişesi olmaz. Cenâb-ı Hak, “Her nefis ölümü tadıcıdır” diyor. “Her ruh ölümü tadıcıdır” demiyor. Yani ruhun ölmesi söz konusu değildir. Hatta ölüm, ruhumuz için daha güzel bir hayata geçiştir. Ölüm sonucu ruh, beden denen ağırlıklardan ve ayak bağından kurtulur, serbest kalır, daha özgür bir ortama kavuşur. Özgürlükten korkanlar ise, istibdat altında yaşamaya alışmış zavallılardır.
Böyle düşünüp ölüme bu gözle baktığımız zaman ondan korkmak için hiçbir sebep kalmaz. Ama ölümü sevmek için pek çok sebep vardır. En birinci sebep, bizi Rabbimize, Hâlıkımıza, Malikimize kavuşturacak olan bir vasıtadır. Sevdiklerimizden ayrı kaldığımız zaman, onları özleriz, hasretlik çekeriz. Bir an önce kavuşmak için çareler ararız. Vuslat zamanını iple çekeriz. Ruhun en sevgili varlığı da, onun Maliki olan Cenâb-ı Hak olduğuna göre, insanı Rabbine götürecek olan ölüm sen derece sevimlidir, güzeldir.
Ölümün mânâsını ve mahiyetini en güzel şekilde anlatan Bediüzzaman Hazretleri, bize onun sevimli yüzünü gösteriyor. Ecel vasıtasıyla insanın nereye sevk edildiğini ve ölümün kollarında nasıl güzel bir mekâna taşındığını şöyle izah ediyor:
‘’Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Dünyanın bin sene mesudâne hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının; ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rüyet-i cemâline mukabil gelmeyen bir Cemîl-i Zülcelâlin daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun.’’
İnsanı, Cennet ve Cemalullah gibi iki büyük nimete götürecek olan ölüm, ne kadar sevilse, az değil midir?
Başta Peygamber Efendimiz (asm) olmak üzere, Allah’ın en sevgili kulları ölüm vasıtasıyla ahiret diyarına göçmüşler, Mahbub-u Hakîki’ye kavuşmuşlardır. Onun için Allah dostları olan kâmil insanlar ölümü sevmişler, ölmeden önce ölmek istemişler.
Mevlânâ Hazretleri ölümü hasretle beklemiş, ölüm gününü düğün günü olarak ilân edip “Şeb-i Aruz” diye adlandırmıştır. “Canı sen aldıktan sonra ölüm şeker gibidir. Seninle olduktan sonra ölmek, tatlı candan da tatlıdır bize” diyen Mevlânâ, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” diyerek ölümün bir ayrılık değil, kavuşma olduğunu ifade etmiştir.
Yunus Emre ise, ölümü şöyle vasıflandırır: “Kogıl (bırak) ölüm endişesin / Âşıklar ölmez bâkidir” diyerek Hak’ka âşık olanların ölmeyeceklerini, bâki kalacaklarını belirtiyor.
Aslında kâfirler ve fâsıklar da ölmez çünkü onların da vermesi gereken bir hesap vardır. Ama onlar için ölüm cehennem hayatına geçiş olacağından, ölümden korkarlar, onu düşünmek ve hatırlamak istemezler. Mü’min için ise ölüm, Cenâb-ı Hak’kın cennet ve cemaline kavuşmasına bir vesile olduğu için hasretle beklenir, sevinçle karşılanır.
Herkese huzurlu bir ömür, hayırlı bir ölüm diliyorum.
21.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|