Mahalli seçimlerde her parti kazanmak için her şeye baş vurmaktadır. Olanları ve yapılanları topladığınız zaman gürültülü bir şehir, bir ilçe veya belde olmaktadır. Bunun dışında İslâmiyetin kabul etmediği gıybet alabildiğine yapılmaktadır. Yine Kur’ân’ın yasakladığı sû-i zanlar ifade edilmektedir. Bunların kısm-ı a’zâmı yazılı ve görsel basına da intikal edilmesiyle, vatanımızın bir ucundan bir ucuna ve sitelerden 45 bin köy ve mezraya kadar yayılmakta ve vatandaşlarımız tedirgin olmaktadırlar. Bazı yerlerde ölçü kaçırılmaktadır. Halbuki bunların yanında kimseyi rencide etmeyen projeler ortaya konulmalı, her ağızdan çıkan söze dikkat edilmeli ve milletin birlik ve beraberliği için azamî gayret ve ihtimam gösterilmelidir.
Bugüne ışık tutmak bâbında ve siyasetçilere bir ders-i ibret mânâsında çağımızın Mevlânâ’sı kabul edilen ve 23 Mart günü vefatının 49. sene-i devriyesini idrak edeceğimiz Bediüzzaman Hazretleri, dönemin başbakanı merhum ve şehid Adnan Menderes’e gönderdiği bir mektubunda diyor ki:
“Gayet kısa birkaç esası, İslâmiyetin bir kahramanı olan merhum Adnan Menderes gibi dindarlara beyan ediyorum. Birincisi: İslâmiyetin pekçok kanun-u esasisinden birisi ‘Velâ tezirû vâziratun vizra uhra’1 âyet-i kerimesinin hakikatıdır ki: Birisinin cinayetiyle başkaları, akraba ve dostları mes’ul olamaz. Halbuki şimdiki siyaset-i hâzırda particilik taraftarlığı ile bir caninin yüzünden pek çok masumların zararına rıza gösteriyor. Bir caninin cinayeti yüzünden taraftarları veyahut akrabaları dahi, şen’î gıybetler ve tezyifler edilip bir tek cinayet, yüz cinayete çevrildiğinden gayet dehşetli bir kin ve adaveti damarlara dokundurup kin ve garaza ve mukabele-i bilmisile mecbur ediliyor... Bu ise hayat-ı ictimaiyeyi tamamen zir ü zeber eden bir zehirdir. Ve hariçteki düşmanların parmak karıştırmalarına tam bir zemin hazırlamaktır.
“Bu tehlikeye karşı çare-i yegâne: Uhuvvet-i İslâmiyeyi ve esas İslâmiyet milliyetini o kuvvetin temel taşı yapıp masumları himaye için canilerin cinayetlerini kendilerine münhasır bırakmak lâzımdır. Hem emniyetin ve asayişin temel taşı yine bu kanun-u esasiden geliyor...
“İslâmiyetin ikinci bir kanun-u esasisi: Şu hadis-i şeriftir: ‘Seyyidü’l-kavmi hâdimühüm’ hakikatiyle memuriyet bir hizmetkârlıktır. Bir hakimiyet ve benlik için bir tahakküm âleti değil. Bu zamanda terbiye-i İslâmiyenin noksaniyetiyle ve ubudiyetin zaafiyetiyle benlik, enaniyet kuvvet bulmuş. Memuriyet hizmetkârlıktan çıkıp bir hakimiyet ve müstebidane bir mertebe tarzına geldiğinden, abdestsiz, kıblesiz namaz kılmak gibi adalet olmaz. Esasiyle bozulur ve hukuk-u ibad da zir ü zeber olur...”2
Yukarıdaki tarihî ve merakaver mektupta üstünde durulan âyet ve hadis-i şerife bugün yalnız Türkiye’de değil, başta âlem-i İslâm ve bütün dünya ülkeleri muhtaçtırlar. Çağın müceddidi ve imamı kabul edilen zatlar, Kur’ân-ı Hakim’in ve hadis-i şeriflerin çağa bakan ve çağın o günkü hastalığını tedavi eden yönlerini beyan etmekte, yolu göstermektedirler. Bu itibarla “Kaş yapalım derken göz çıkarmayalım” deyimi de manidardır. Türkiye’yi ve bütün dünya ülkelerini saran müthiş maddî krizlerin yanında, birlik ve beraberliğimizi bozan krizlere sebep olmamak için, hem kucaklayıcı olmanın, hem de projelerle ortaya çıkmanın zarurî ve elzem olduğu kanaatındayım.
İnşaallah, 29 Mart günüyle kulaklarımız ve gönüllerimiz fazla yara almadan 30 Mart’a ve daha nice günlere ulaşırız duâ ve temennisindeyiz. Yine aynı günde, rey alan siyasetçiler fazla yara yapmadan o günü noktalamalıdırlar. Çünkü herkes kavgasız bir Türkiye istemekte ve beklemektedir. Evet hakkımızı istemek haksızlık değildir.
Dipnotlar:
1- En’am Sûresi, 164. 2- Emirdağ Lâhikası, s. 42.
20.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|