Ergenekon sanığı emekli orgenerallerin evvelâ GATA’ya sevk, ardından tahliye edilmelerinin zihinlerde meydana getirdiği soru işaretlerinin, Eruygur’un eşiyle GATA’daki bir klinik şefi arasında geçtiği belirtilen konuşmaya ilişkin ses kayıtları sonrasında daha da güçlenmesi üzerine, Demokrat Hukukçular Derneği İkinci Başkanı ve insan hakları savunucusu Avukat Kadir Akbaş, söz konusu paşaların bağımsız bir kurul tarafından muayene edilmesini teklif etmişti.
Akbaş’ın Hasan Hüseyin Kemal’e verdiği mülâkatın 18 Şubat tarihli Yeni Asya’da bu mesajı ifade eden bir manşetle yayınlandığı gün Adalet ve Sağlık Bakanlıklarının GATA’ya sevklerle ilgili olarak soruşturma başlattıkları açıklandı.
İki gün sonra, 20 Şubat’ta Genelkurmay’ın haftalık basını bilgilendirme toplantısında konu gündeme geldiğinde, İletişim Daire Başkanı Tuğg. Metin Gürak, GATA’ya sevkle ilgili iddiaların “iyiniyetten uzak kişi ve kurumlara ait” olduğunu öne sürdü ve bu “kampanyalar”ı “etik ve insanî olmayan davranışlar” olarak niteledi.
Bu suçlamaya cevabımızı önce 22 Şubat akşamı FKM’de yapılan 40. yıl toplantısında verdik.
Prensip olarak, en temel insan haklarından biri olan sağlık hakkının, sanık da olsa, suçlu da olsa, herkes için geçerli olduğunu ve hiçbir şekilde ihlâl edilmemesi gerektiğini vurguladık.
Ancak GATA’ya sevklerde, cevabı verilmemiş soru işaretleri bulunduğunu ve bunların aydınlatılması için Av. Akbaş’ın teklifinin dikkate alınıp hayata geçirilmesi icab ettiğini söyledik.
Ayrıca, daha önceki açıklamalarında “hukuka saygı” mesajları veren Genelkurmay’ın, bu konuda farklı bir tavır sergilediğini, soruların cevaplandırılmasını isteyenleri “kötü niyetli olmak”la suçladığını belirterek, hukuka saygının niyet okuyuculuğu ile nasıl bağdaştığını sorduk.
Ve “kötü niyet”le suçlananlar arasında Yeni Asya’nın da olup olmadığını bilmediğimiz kaydını düştükten sonra, o ihtimale karşı tepkimizi “Yeni Asya’yı kötü niyetle suçlamak, kimsenin hakkı ve haddi değildir” sözüyle dile getirdik.
O toplantıda bizden sonra konuşan DP Genel Başkanı Süleyman Soylu ise, “Ben daha ağırını söyleyeceğim: Halt etmişler” ifadesini kullandı.
Önceki gün internete düşen ses kayıtları doğru ise, Hurşit Tolon’un, o manşetimize tepkisini son derece seviyesiz ve kaba bir üslûpla dile getirmesi, özetlediğimiz bu zincirin son halkası.
Video paylaşım sitelerinden iktibasla birçok radyo ve TV’lerin haber bültenlerinde ve bazı gazetelerde yayınlanan kayıtlar, hem son derece düzeysiz bir üslûbu, hem de onunla mütenasip bir şahsiyet ve karakteri gözler önüne sermekte.
Biz bu ifadelere aynı üslûpla cevap verme imkânına sahip değiliz. Çünkü aldığımız terbiye ve ahlâk dersi böyle birşeye kesinlikle müsait değil.
Onun için, Tolon’un avukatının, müvekkiline izafe edilen ifadeleri reddeden ve kayıtları “dijital sahtekârlık” olarak niteleyen açıklamasının doğru olduğuna inanmak isteriz. Öyle umarız.
Basına, gazetecilere hakaretler yağdıran; vaktiyle hoşuna gitmeyen bütün yayınları mahkemeye verdiğini itiraf eden; savcılar, emniyet müdürleri, valiler başta olmak üzere kamu görevlilerine “Sen kimsin ulan”la başlayıp, “Ayaklarını keserim”le devam eden tehditler savuran; ikide bir “sıkar yaa” lâfını tekrarlayan; vakti zamanında DGM savcılarını makamına çağırıp ikaz ettiğini söyleyen, şimdiki Genelkurmay komuta kademesini mıymıylıkla, pısırıklıkla suçlayan, “Ordunun başına molla geldi, böyle oldu” diyen bir üslûp, yakın zamana kadar ordunun en üst kademelerinde görev yapmış bir kişiden sâdır olmuş olabilir mi?
Yapılan, “dijital sahtekârlık”sa, gereği yapılsın. Ama değilse, o sözlerin ona ait olduğu ispatlanırsa, Tolon da suçlayıp hakaret ettiği herkese hukuk zemininde hesap vermeye hazır olsun.
Bağımsız bir kurula burada da ihtiyaç var...
20.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|