Evvelce de birkaç defa yazmıştık: Şu anda devletin en önemli koltuklarından birinde oturmakta olan zat, millî görüş hareketiyle yollarını ayırma arefesindeyken bir özel sohbetinde “Bediüzzaman’ın haklılığını 28 Şubat duvarına toslayınca anladık” demişti.
Kast ettiği, “din adına siyaset” iddiasının yanlışlığıydı. Ve önce RP’nin, sonra FP’nin kapatılmasını takiben millî görüşten ayrılanlar AKP ile yola çıkarken en çok bu noktaya vurgu yaptılar.
90’lı yılların başından itibaren yaşanan sürecin nirengi noktasını oluşturan bu husus, bir kısım Nurcuların millî görüş hareketi karşısındaki duruşunu hayli yumuşatan bir sonuç verdi.
Ve bu yumuşama AKP ile had safhaya ulaştı.
Öncesinde DP-AP-DYP çizgisine oy verdikleri halde, “Demokrat mânâsı artık AKP’ye geçti, yıllardır beklediğimiz dindar demokratlar bunlar” diyerek AKP’ye yönelenler oldu. Ama bu, reel gerçeklere dayalı objektif bir tesbitten ziyade, temennîlere dayanan bir tercihin ifadesiydi.
Ve altı buçuk yıllık AKP iktidarıyla gelinen nokta, AB’nin demokratikleşme yönündeki ısrarlı takibine rağmen, hâlâ fazla birşeyin değişmediği, 27 Mayıs’la kurulup 12 Eylül ve 28 Şubat’la pekiştirilen darbe düzeninin devam ettiği, asker üzerindeki sivil kontrolün sağlanamadığı, yargı reformunun yapılamadığı ve iktidar partisinin bile kaderini lidere endekslediği bir yapı.
Dahası, başörtüsü yasağı, din eğitimine getirilen kısıtlamalar, imam hatiplerin orta kısımlarının kapatılması, Kur’ân eğitiminde uygulanan yaş sınırı gibi 28 Şubat yadigârı haksızlıkların bitirilmesi yönünde de bir ilerleme sağlanamadı.
22 Temmuz’da yüzde 47 oy alıp Cumhurbaşkanını da kendi içinden seçtiği halde AKP’nin bu konulara hâlâ çözüm getirememesini mazur görüp anlayışla karşılayan tavırsa düşündürücü.
Bakalım, bu tavır 29 Mart’ta da sürecek mi?
AKP kadrolarının ve bu partiye hasbî düşüncelerle oy verenlerin kahir ekseriyetinin samimiyet ve iyiniyetinden eminiz; ama onları tenzih ederek, şu tesbiti dile getirmemiz gerekiyor:
Aslında AKP, şimdiye kadar siyasallaşma, ticarîleşme ve dünyevîleşme tuzaklarına düşürülemeyen bir cemaati bu alanlara çekerek uhrevî amaçlı imanî hizmetlerinden alıkoymak, dolaylı yollarla da olsa resmî ideolojiyle uzlaştırmak ve ayrıca Türkiye’nin kapitalist sisteme eklemlenmesini kolaylaştırmak için üretilmiş bir küresel toplum mühendisliği projesinin en son ürünü.
Bu projenin dış ve iç odaklarca paylaşılan en önemli ortak hedeflerinden biri, insanlara, hattâ dindarlara ahireti unutturup herkesi dünyevîleştirmek. Ahirzamanın dehşetli şahıslarından biriyle ilgili rivayetlerdeki “Bir gözü kördür” ihbarının, “Münhasıran bu dünyayı görecek bir tek gözü var, ahireti görecek gözü yok” şeklinde yorumlandığını hatırlayalım (Şuâlar, s. 929).
Bir taraftan Kemalizm, bir taraftan küresel kapitalizm, dünyevîleştirme tuzaklarına direnmeye devam eden “son kale” durumundaki Nur talebelerinin bu duruşunu gevşetmek ve onları da teslim almak için taarruza devam ediyorlar.
Ve bu noktada AKP etkin biçimde kullanılıyor. Kadrolar ve imkânlar bahşedilerek, “Cumhuriyet tarihinde ilk kez cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar, milletvekilleri ve bürokratların ağırlıklı bir kesimi dindarlardan oluşuyor” havası verilerek... Ama bu görüntü altında, resmî ideolojiye hapsedilmiş politikalar uygulatılarak...
Resmî ideolojinin medyadaki sözcülerinden biri, derin devlet katlarında AKP iktidarına nasıl bakıldığını anlatırken, “80 yıldır devrimlerle uzlaşmayan kesimlerin kazanılmasında AKP rol oynayabilir” yorumu yapıldığını yazmıştı. Erdoğan da “Hedefimiz, ilke ve devrimleri toplumun ortak paydası yapmak” diyerek bunu teyid etti.
Prof. Dr. Şerif Mardin’in AKP iktidarını “Kemalizmin başarısı” olarak nitelemesi de, bunun farklı bir açıdan ifadesi anlamına gelmiyor mu?
Konuya biraz daha devam etmek gerekiyor.
18.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|