Esasında Müslümanların en büyük sıkıntıları Sünnet-i Seniyye’ye uymamaları. Modern tıp, dönüp dolaşıp Sünnet-i Seniyye’deki yemek adabına yaklaşmış:
lYaşamak için, ölçülü ve dengeli beslenmeli.
lLezzeti şükür için takip etmeli, aksi halde lezzet bağımlığına ve hedonizme müptelâ oluruz. Bu bağımlılıklar da krizleri, o da helâl-haram demeyip yemeyi, o da çok kilo almayı, o da kalp, damar sertliği ve nefes darlığı dâhil birçok hastalığı dâvet eder.
Yüce Nebi (asm), “Âdemoğlu, midesinden daha şerli bir kap doldurmaz. Oysa belini doğrultacak birkaç lokmacık yeterlidir” diyerek bizleri ikaz etmektedir.
lYedikten sonra dört-beş saat içinde bir şey yememeli; iki saat içinde su içmemeli. Hafif, kolayca hazmedilecek miktarda gıda alınmalı. Şifa hazımdadır. Nefse, mideye en ağır, yorucu hal, yemek üstüne yemektir (peşpeşe ve çeşitli).
lÇok ve abur-cubur yemek lezzeti de yok etmekte; zamanla hipertansiyona, asterosklaroza, diyabete ve kanser gibi hastalıklara yol açmaktadır.
İçeceklere gelince, fıtrî, bilhassa asitsizler tercih edilmeli:
lKahve ve adaçayı zihni uyarıyor, yorgunluğu gideriyor. Yemeğin hemen ardından, ara vermeden içilecek limonlu çay hazmı kolaylaştırır. İhtiva ettiği kafein dinlendirir, teanin beynin alfa dalgalarını yaymaya teşvik eder; sinir sistemini geliştirir, damarları genişletir, kan dolaşımını hızlandırır ve zihnimizi açar. Yine taşıdığı P vitaminiyle de, metabolizma sonucu oluşan antioksidan özellikli fenolik bileşiklerden kaynaklanan zehirleri dışarı atar.
Aslında riyazetle duygu ve düşüncelerimizle midemize olumlu mesajlar gönderip acıkmayı geciktirebilir, az yemekle iktifa etmeyi öğrenebilir, en az 40 gün yemek yemeden yaşayabilir, günlük gıda ihtiyacını bir dilim ekmek, üç-beş zeytinle karşılama melekesini kazanabiliriz.
Tasavvuf terbiyesinde bu husus, kıllet-i taam, kıllet-i menam, kıllet-i kelâm (az yemek, az uyumak, az konuşmak) şeklinde formüle edilmiştir.
Her canlıda olduğu gibi, bizde de dakikalık, saatlik, günlük, haftalık, aylık, mevsimlik ve yıllık hayat devrelerinde iç dünyamızda sayısız değişmeler ve gelişmeler yaşanır.
lKimimiz sabahın erken saatinde kalkar, zihni açıkken kitap okur, ibadet ve duâ ederek işe koyulur.
lKimi, “ruh saatini ve biyoritmini” ayarlayarak gece uykusunda bile beynini çalıştırır, formüller üretir.
Ruhumuzu/duygularımızı tekâmül ettirmenin, nefsimizi terbiye etmenin, beden sağlığını korumanın şartlarından birisi de bedenî ve ruhî faaliyetleri, hayatın ve günün belirli saatlerine göre düzenleyen biyoritmik/biyolojik saatimize göre -programlamaktır. Zira hayat ritmini, beden ve ruh saatimizi düşünce, çalışma, yeme, dinlenme, uyku durumu gibi günlük ruhî ve bedenî faaliyetlerimize göre ayarlarız. Ve o saat gelince biyoritmik saatimiz bizi uyarır. Acıkır, yemek yeriz, vakit girer ve ibadet için kalkarız.
Uyku, beden, dimağ ve ruhumuzun en iyi dinlendirme vasıtasıdır. Hayatımızın programı Kur’ân, “Rahmetinden ötürü Allah, geceyi ve gündüzü yarattı ki, geceleyin dinlenesiniz, gündüzün O’nun fazl u kereminden rızkınızı arayasınız ve şükredesiniz” diye uykunun nimet yönüne işaret eder. Ayrıca, 10 ayrı âyetde de “gecenin örtü ve dinlenme zamanı” olarak takdir edildiği vurgulanır.
Uyku esnasında kasların gevşemesi, duyuların istirahata çekilmesi, şuurun çözülmesi, uyanıklığın ortadan kalkması uykunun psiko-fizyolojik izahıdır. Uyku durumunda;
lSolunum ve kalp atışları yavaşlar;
lİrademiz dışında çalışan merkezi sinir sistemindeki elektriksel tesirler azalır.
Ömrümüzün üçte birini “yarım ölüm”e kaptırmamak için uykuyu kısaltmalı. Genel olarak fıtrî uyku dört saattir. Bunun dışında aşırı uyku ya tiryakilik, alışkanlık, bağımlılık veya bir rahatsızlığın sonucudur.
18.03.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|