Kahire’nin her sokağı farklı bir hikâyeye açılır. Her yeni hikâye, başka bir karakter oluşturur Kahire sokaklarında. Bu sokakların sakinleri de hikâyelerine uygun maskeler giyerler yüzlerine. Bazen o kadar ilginç veya cazip gelir ki, geçerken başınızı uzatıp baktığınız bir sokağın misafiri olursunuz beş dakika sonra. O gizemli dünyada kaybolmak, tüm sorunlarınızı geride bırakmak istersiniz kimi zaman…
O günlerden biriydi bugün. Okuldan çıkıp, Türk Büyükelçiliğine gitmek üzere metroya doğru yürürken, ara sokaklardan birinin girişinde, duvardan duvara ipler olduğunu ve o iplerin üzerine çarşaflar asılmak suretiyle, bir nevi perde yapılmak istendiğini gördüm. Öte yandan da sokağın her iki yandan girişlerine kocaman hoparlörler yerleştirilmiş ve yüksek ritmli Arapça bir melodi çalıyordu. Meraklı gözlerimin farkına varan arkadaşım, bunun bir “düğün öncesi sergisi” olduğunu söyledi.
Öğrendiğim kadarıyla, Mısır’ın bazı bölgelerinde –ki bu genellikle maddî imkânları çok iyi olmayan aileler tarafından uygulanırmış–, gelinin tüm çeyizi sokakta üç-dört gün boyunca sergilenirmiş. Bu esnada son ses müzikler çalınır, herkesin kutlamaya dâhil olması beklenirmiş.
Biz perdenin arasından sokağa geçtiğimizde, daha yerlere yeni yeni örtüler seriliyordu ve bazı eşyalar dışarı çıkarılıyordu. Yani sokağın ortasındaki örtülerin üzerine tüm eşyalar tek tek konulmaya başlanıyordu. Önce temizlik açısından bunun ne kadar doğru olduğunu düşündüm, sonra güvenlik açısından ve sonra birkaç başka nedenden…
Ama Mısır’da bazı şeyleri düşünmeden kabul etmek yahut o an o düşünceye kafa yormamak gerektiğini öğrendiğim için, “En iyisi yaşadığım ân’a odaklanayım” düşüncesi zihnimden tekrar geçti, o dakikanın yoğunluğuna ve yeniliğine bıraktım kendimi.
Bir yandan eşyalar yere yerleştirilirken, öte yandan kocaman makinelerle sokağın bir köşesinde yastık, yorgan yünlerini çırpan yahut yeni yün hazırlayan bir grup işçi gördüm. Bu da bir gelenekmiş: çeyizde yer alacak tüm yorgan, yastık v.s. gibi ürünler, sokağın ortasında, çeyizin bir köşesinde çırpılır, makinelerden geçirilir ve yastık yahut yorgan kıvamına gelince de hemen çeyize konuluverirmiş.
Aynen para sayma makinesini andıran yün çırpma makinesinden uçuşan yünleri görünce, heyecanla camlardan bellerine kadar sarkmış halkla bir oldum birden. Onların temiz yüreklerindeki masum duygularına ortak oldum, onlarla birlikte sevindim bu birkaç dakikasına şahit olduğum sokak şenliğine…
Birkaç saat sonra, Mısır’ın öteki yüzündeki yeni bir masalda buldum kendimi: “Kahire’nin Nişantaşı” denilen Zamalek’te bir sanat galerisinde Farghaly isimli Mısırlı ressamın, “Farghaly’nin İstanbul’u” isimli sergisini ziyaret ettik. Okuduğu İstanbul’u gördüğü İstanbul’la tamamlayıp Mısırlılığıyla yorumlayan ve bu yorumunu tablolarında görmenin pek de zor olmadığı Farghaly, gelenlerle sohbet ediyordu bir köşede.
Sadece sokaktaki örtülerin üzerine serilerek, komşulara sergilenecek olan çeyizinin heyecan ve gururunu taşıyan genç kızın duygularını, pahalı bir sanat galerisinin duvarlarında açılan, bir köşede canlı olarak arp çalınan, misafirlere ayaküstü birer meyve suyu ikram edilen resim sergisinin ressamı Farghaly’nin yüzünde de görebiliyordunuz. Bu Kahire’nin bir başka sokağının masalıydı: yepyeni karakter ve maskeleri barındıran…
Bu bin bir yüzlü, bin bir kılıklı Kahire’de aynı gün içinde görülebilecek yüzlerce sergiden sadece ikisiydi: Aralarında sınıf farkı olan, bunu müziğiyle, mekânıyla, ikramıyla, bilinen ve bilinmeyen adlarıyla gözler önüne seren iki sergi…
Kahire gerçekleri ve bu iki ilginç sergi aklımı yeterince meşgul etmişken, Kahire’nin hiçbir masala “Bir varmış, bir yokmuş…” diye başlamadığını hissettim. Kahire, sizi masalın bir parçası haline yavaş yavaş getirirken yahut siz o masalın kenarında, kıyısında kendinize ister istemez bir yer edinmeye çalışırken, “Bir varmış, bir yokmuş” demezsiniz hiç… O yüzden masallarınızın genelde “Ben bir gün Kahire’deyken” diye başlaması daha muhtemeldir…
17.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|