Gerek şahıs, gerekse ülkeler arasında yaşanan problemleri çözmümü için ‘konuşma’nın en geçer akçe olduğu ortadadır. Ancak bu konuşmaların da ‘açık ve anlaşılır olması’ da gerekir.
Türkiye’nin dertleriyle ilgili çareler sunduğunu söyleyen bazı siyasiler ya da ‘uzman’lar, gerçekten de çok konuşuyorlar; ama bu konuşmalar gerektiği kadar açık ve anlaşılır olmadığı için netice vermiyor. Ya onlar meramlarını, dertlerini tam anlatamıyorlar; ya da dinleyenler anlamakta zorlanıyor. Neticede konuşan konuştuğuyla, dinleyen de dinlediğiyle baş başa kalıyor.
Elbette Türkiye gibi çok problemli bir ülkenin dertlerini bir anda sıralamak, konuşmak ve çare noktasında uzlaşmak kolay değildir. Fakat, ‘bu zordur’ diyerek büstünün çare arayışından da vazgeçemeyiz. Yapılması gereken şey, çareleri açık ve anlaşılır bir dille, ısrarla dile getirmekden geçiyor. “Yüz defa söyledik, dinleyen yok. O halde biz de bu ‘çare’leri dillendirmekten, gündeme taşımaktan vazgeçelim” diyemeyiz.
Tabiî her hangi bir çare üzerinde konuşmak için önce ‘dert’lerin doğru bir tesbitini yapmak lazım. Türkiye’nin dertlerinin esaslı olanlarından biri de ‘resmî ideoloji’dir. Bazıları bu tesbite en baştan karşı çıkabilir, ama keşke bu itirazlar gerçekleri değiştirmeye yetseydi... Resmî ideoloji, dem ve damarlara dahi işletilmeye çalışılmış. Bu yolda başarılı olunamamamış, ama insanlar ürkütülmüş ve küstürülmüş. Resmî ideolojinin sadece ‘tarih’ gibi konularda önümüze çektiği sanılmasın. Maalesef, ‘havada ve karada,’ her zaman bu anlayış karşımıza çıkmaktadır. Bir yazısında “Artık çok açık konuşmak ve yazma gerek” diyen Mehmed Şevket Eygi, “Resmî ideoloji Türkiye’nin ülkesine, halkına, devletine çok ağır bir yüktür. Bu halk, bu ülke, bu devlet bu yükü daha fazla taşıyamaz, kaldıramaz” demek suretiyle vak’aya işaret etmiş. (Milli Gazete, 12 Mart 2009)
Belki doğrudan ilgisi yok, ama Adalet Ağaoğlu’nun “Kemalizmin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?” şeklindeki bir soruya verdiği cevabı da burada zikretmek gerekecek. Ağaoğlu şöyle demiş: “Her iki tarafı da faşist buluyorum. Neler yaptı faşist Atatürkçüler. En yakın arkadaşım, ‘Başörtülülerden nefret ediyorum’ diye haykırıyor. ‘Lütfen benim yanımda böyle konuşma’ dedim. ‘Yoksa sen AKP’li misin?’ dedi. (...) Ben Cumhurbaşkanlığı’na gitmişim. Kenan Evren’e gidersem konuş. Onun bile farkında değiller. CHP’yle ordu elele verip ne yaptı? Gerçekleri söyleyince niye AKP’li oluyorsun? Laiklik yürüyüşlerini hiç samimi, hiç sahici bulmadım. Kadınların bir postal öpmedikleri kaldı. ‘Yetiş ordu’ dediler.” (Taraf, 15 Mart 2009)
‘Çare’leri uygun bir lisan ile, bıkmadan ve usanmadan en açık ve anlaşılır bir şekilde anlatmak ‘bilen’lerin boynunun borcu. Hani yıllar sonra yapılan ‘itiraf’lar var ya, o itiraflar vaktinde yapılabilmiş olsa ülkemiz bunca yıl enerjisini boşa harcama yanlışına düşer miydi? Hem siyasî hem de sosyolojik gerçekleri bildikleri halde anlatmayanlar vebal altında. “Bağdat harap olduktan sonra” çare sunanların durumuna düşmeyelim.
“Doğru” bildiklerimizi en uygun bir lisan ile herkese anlatalım. Ülkemizin düzlüğü çıkması için bu şart...
17.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|