Herkesin malûmu olduğu üzere; devletin, hükümetin ya da bürokrasinin vazifesi, insanların ihtiyaçlarını karşılamak, bunu yaparken de ‘zor’u kolay kılmaktır. Ancak devletin kendisini ‘hizmetçi’ görmediği yönetimlerde tam tersi olur ve ‘kolay’ işler olabildiğince ‘zor’laştırılır.
Maalesef ülkemiz, ‘kolay’ın ‘zor’laştırıldığı ülkelerin başında geliyor. Devlet dairelerine işi düşenler gönül huzuruyla bu işlerini görüp, hayır duâ ile evlerine dönme şansına sahip değil. Ekseriyetle devlet dairesine işi düşenler, ‘ah, vah’ diyerek evine dönebiliyor. Çünkü devlet adına iş görenler kendilerini milletin ‘hizmet’inde çalışanlar olarak değil de, milleti kendilerine hizmetçi olarak görmeyi tercih ediyor.
Yaşanan sıkıntılarda bütün kabahati ‘yöneticiler’e yüklemek elbette insaf ile izah edilemez. Yöneticilerin kabahati yanı sıra, millet olarak bizim de eksikliklerimiz, hatalarımız var. En başta hakkımızı aramayı bilmiyor ya da ‘boşver, başkası bizim hakkımızı arasın’ diyoruz.
Meselâ insanları mağdur eden bir kanun çıkıyor ve herkes buna ‘sözde’ itiraz ediyor. Fakat itiraz edenlerin büyük çoğunluğu bu itirazlarını hukukî yollarla destekleyip mahkemeler açmayı akıl etmiyor. Bir zaman sonra birisi mahkemeye müracaat ediyor ve yanlış olan o uygulamadan geri adım atılıyor. Sonra da herkes, ‘Bak, hakkını arayan alabiliyor’ diye övünüyor. Bunun çok örneği var. Hatırlamak için, köprü ve otoyollara yapılan zammın açılan mahkeme sonrası geri alınması ve yine geçmiş yıllarda ÖSYM ile ilgili yaklaşık 10 yıl uygulanan bir ‘yanlış’tan geri adım atılmasını gösterebiliriz. İşte bir kişinin doğru yöndeki bir adımı yanlıştan dönülmesine sebep oluyor ve sonrasında milyonlarca kişi o adımdan faydalanıyor.
Son aylarda İstanbul’un parlayan bir yıldızı var. Herkes, Avcılar-Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme arasında yapılan ‘metrobüs’ü konuşuyor. Gerçekten de bu hatta açılan yeni yol, seyahat edenlere büyük kolaylıklar sağlıyor. Fakat bu kolaylık, çok basit ihmaller sebebiyle eziyete de dönüşebiliyor. Bilhassa sabah ve akşam saatlerinde metrobüse binmek ve inmek imkânsız. Giriş ve çıkışların aynı yerden olması, uzayan kuyruklar, aksayan seferler yolcuları kızdırıyor. Geçen gün akşam geç saatlerde bile metrobüse binmekte zorlanınca, durakta duran ‘görevlilere’ biraz da siyasî bir gönderme yaparak; “Bu saatte bu yoğunluk neyin nesi? Seçim üstü bu sıkıntıyı çeken vatandaş, oy verirken de bunu hatırlarsa yandınız” diye takıldık.
Tabiî ki yolcuların da kabahati var. İstanbul şartlarında yaşayan ve otobüsle işe gidip gelen herkesin ‘akbil’i olması gerekirken, çoğu kişi ‘akbil’ almayıp, peşin para ödeyerek metrobüse, otobüse ya da vapura binmek istiyor. Haliyle bilhassa sabah ve akşam saatlerinde gişelerin önü miting alanına dönüşüyor. Sırf bu yüzden zamanında otobüse binemeyen insanlar var.
Aslında her gün otobüs ya da metrobüse bindiği halde kolay yol olan akbil almayıp, ‘zor’ yolu tercih edenlere anlamlı biz ‘ceza’ lâzım. İlk fırsatta akbil kullanmayıp peşin para ile otobüse binmek isteyenlerden 2 TL alınsın. (Akbil ile yolculuk 1.4 TL) O zaman da akbil almıyorlarsa onları alkışlayalım!
Maalesef akbilsiz yolcular şoförlerin ve bir bakıma İETT’nin de işine geliyor. Nakit para ile yolculuk yapanların sayısı arttıkça onlar daha fazla (yolcu başına 100 krş.) kazanıyor. Neticede ‘kolay’ işleri ‘zor’ kılmayı başarmış oluyoruz. ‘Zoru kolay kılmak’ varken bu inad niye?
13.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|