Mehmet Bey: “Îmân için dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik diyoruz. Neden akıl ile tasdik değil? Kalbimizin tasdik ettiğini akıl niye tasdik etmiyor? Risâle-i Nûr’da bir çok yerde Hazret-i Üstad ‘kalbe geldi…’ der. Hak ve hakîkat neden akla değil de, kalbe gelir? Oysa Kur’ân bir çok âyetinde ‘Akıl erdirmez misiniz?’ diye sorar. Kalp ile akıl arasında ne fark vardır?”
Vücudumuzdaki kan dolaşımını sağlayan organımıza kalp diyoruz. Kalbimiz bedenimizin madde plânındaki merkezidir, can evidir. Beden kalbe o kadar bağlıdır ki, kalp durduğu anda beden de bütün faaliyetleri ile birlikte durur.
Nasıl bedenimizin bir kalbi var ve bütün bedenî faaliyetlerin kumandanı hükmünde çalışıyor ise, rûhumuzun da bir kalbi var ve bütün rûhî kuvvetlerimizin merkezi ve kumandanı hükmünde görev yapıyor. Bedîüzzaman Hazretleri, bir Rabbânî latîfe olduğunu bildirdiği bu kumandanda, hislerin ve duyguların mazharına “vicdan”, fikirlerin aynasına da “dimağ”, yani “akıl” der. Hazret-i Üstada göre, latîfe-i Rabbâniye olan kalbin insanın mâneviyâtına yaptığı hizmet, çam kozalağı kadar bir cisimden ibâret olan beden kalbinin bedene yaptığı hizmet gibidir. Nasıl ki bedenin bütün birimlerine hayat ırmağını kalp pompalıyor ve gönderiyor, maddî hayat onun işlemesiyle ayakta duruyor, sustuğu zaman ceset de hayatiyetini kaybediyor ise; lâtîfe-i Rabbâniye olan mânevî kalp de mânevî duygularımızın tamamını hakîkî bir hayat nûru ile canlandırır ve ışıklandırır. Mânevî kalbimize bu hayat iksirini veren îmândır. Îmânın mahalli, yeri ve yurdu, bu mânevî kalptir. Eğer îmân olmazsa, kalbimiz ve kalbî kuvvetlerimiz söner; et parçasından ibâret olan dış kalp ve dış vücut dahî hareketsiz bir ölü gibi bir kuru heykelden ibâret kalır. 1
Kur’ân’ın, “Allah, kişi ile kalbi arasına girer”2 âyetinde ve Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın, “Rahmân’ın iki parmağı arasında olmayan bir kalp yoktur”3 hadisinde geçen “kalp”, mânevî duygularımızın kumandanı ve îmân mahalli olan kalbimizdir.
Akıl ise; düşünme, anlama ve bilme kabiliyeti, fehim, kavrayış ve zekâ, hâfıza kuvveti ve mânevî görüş gücü demektir. Akıl, rûhun dış olaylardaki gözüdür. Olaylar arasında irtibat kurma, akıl erdirme ve düşünme burada meydana gelir. Akıl, beş duyudan gelen bilgileri kendi süzgecinden geçirir, potasında yoğurur, eritir, doküman hâline getirir ve kalbe gönderir. Kalp tasdik ederse bu taslak bilgiler, ilme ve doğru bilgiye dönüşür. Bu mânâda akıl ile kalp bir bütün olarak çalışırlar, omuz omuza hareket ederler ve birlikte işlem yaparlar. Yani, akıl ile kalp, insan rûhunun bilgi-işlem dâiresidir.
Ruhumuz; iç olayları, olayların perde arkasını, hakikî yüzünü, beş duyu ile görünmeyen tarafını ve iman cephesini kalp ile görür; dış yüzünü, görünen tarafını, beş duygunun algıladığı cepheyi ise akıl ile görür, anlar, bilir, kavrar ve yorumlar.
Akıl kalpsiz olmadığı gibi, kalp de akılsız olmaz. Kalp, kendi gözüyle mâneviyattan devşirdiği bilgileri akla doğrulatmak ihtiyacını duyar. Akıl da, beş duyu ile maddiyâttan edindiği bilgileri kalbe doğrulatmak zorundadır. Akıl ve kalp birbirini terk ettikleri zaman; akıl, bütün bilgileri ile birlikte cehâlet içinde bocalamaktan kendisini kurtaramaz. Kalp de bütün mârifetleri ile birlikte taassuptan ve taklitten yakasını koparamaz. Bundandır ki Üstad Hazretleri vicdanı din ilimleri ile, aklı da fen ilimleri ile doyurmayı zorunlu görmüş; hakikatin bu ikisinin birleşmesi ve ittifakıyla ortaya çıkacağını bildirmiş; ayrı ayrı oldukları takdirde tek başına vicdandan taassup ve taklit, tek başına akıldan da hîle ve şüphe doğacağını ifâde etmiştir.4
Yarın İnşallah devam edelim.
Dipnot: 1- İşârâtü’l-İ’câz, s. 78., 2- Enfal Sûresi, 8/24., 3- K. Sitte, 6002., 4- Münâzarât, s. 80
13.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|