"Gerçekten" haber verir 13 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâli

Güneşi bir ışık, ayı bir nur yapan, vaktinizi ve hesabınızı bilesiniz diye aya menziller takdir eden de O'dur. Allah bütün bunları boş yere değil, hak ve hikmetle yaratmıştır.

Yunus Sûresi: 5

13.03.2009


Beşeri saadete sevk edecek, yalnız İslâmiyet ve İsevîlerin hakikî dinidir

Evet, meşhurdur ki: “En kat’î fazilet odur ki, düşmanları dahi o faziletin tasdikine şehadet etsin.” İşte yüzer misallerinden iki misal:

Birincisi: On dokuzuncu asrın ve Amerika kıt’asının en meşhur filozofu Mister Carlyle, en yüksek sadasıyla, çekinmeyerek, filozoflara ve Hıristiyan âlimlerine neşriyatıyla bağırarak böyle diyor, eserlerinde şöyle yazmış:

“İslâmiyet gayet parlak bir ateş gibi doğdu. Sair dinleri kuru ağacın dalları gibi yuttu. Hem bu yutmak İslâmiyetin hakkı imiş. Çünkü sair dinler—fakat Kur’ân’ın tasdikine mazhar olmayan kısmı—hiç hükmündedir.”

Hem Mister Carlyle yine diyor:

“En evvel kulak verilecek sözlerin en lâyıkı, Muhammed’in (Aleyhissalâtü Vesselâm) sözüdür. Çünkü, hakikî söz, onun sözleridir.”

Hem yine diyor ki:

“Eğer hakikat-i İslâmiyette şüphe etsen, bedihiyat ve zaruriyat-ı kat’iyede iştibah edersin. Çünkü, en bedihî ve zarurî bir hakikat ise İslâmiyettir.”

İşte bu meşhur filozof, İslâmiyet hakkında bu şehadetini, eserinde müteferrik yerde yazmış.

İkinci misal: Avrupa’nın asr-ı âhirde en meşhur bir filozofu Prens Bismark diyor ki:

“Ben bütün kütüb-ü semaviyeyi tetkik ettim. Tahrif olmalarına binaen, beşerin saadeti için aradığım hakikî hikmeti bulamadım. Fakat Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) Kur’ân’ını umum kütüplerin fevkinde gördüm. Her kelimesinde bir hikmet buldum. Bunun gibi beşerin saadetine hizmet edecek bir eser yoktur. Böyle bir eser, beşerin sözü olamaz. Bunu ‘Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselâm) sözüdür’ diyenler, ilmin zaruriyatını inkâr etmiş olurlar. Yani, Kur’ân Allah kelâmı olduğu bedihîdir.”

İşte Amerika ve Avrupa’nın zekâ tarlaları Mister Carlyle ve Bismarck gibi böyle dâhi muhakkikleri mahsulât vermesine istinaden, ben de bütün kanaatimle derim ki:

Avrupa ve Amerika İslâmiyetle hamiledir; günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu.

Ey Cami-i Emevîdeki kardeşlerim ve yarım asır sonraki âlem-i İslâm camiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki, istikbalin kıt’alarında hakikî ve mânevî hâkim olacak ve beşeri dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılâp etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur’ân’a tâbi olur, ittifak eder.

Hutbe-i Şamiye, s. 36-38

Lügatçe:

kat’î: Kesin.

hakikat-i İslâmiyet: İslâmiyetin hakikati.

bedihiyat: Delil ve ispata muhtaç olmayan sarih ve açık bilgiler.

zaruriyat-ı kat’iye: Kesin ihtiyaç, kat'î zaruret.

iştibah: Şüphelenme.

bedihî: Ap açık, belli.

müteferrik: Çeşitli, kısım kısım, başka başka, dağınık.

asr-ı âhir: Son asır.

kütüb-ü semaviye: Semâvî kitaplar. Vahiy ile gönderilen kitaplar.

kütüp: Kitaplar.

fevkinde: Üstünde, üzerinde.

zaruriyat: Mecbûri, zarurî olanlar.

Cami-i Emevî: Şam’da bulunan büyük bir câmi; Emevi Camii.

ihvan: Kardeşler.

mukaddeme: Önsöz, giriş.

uhrevî: Ahiretle ilgili.

inkılâp: Bir halden diğer bir hâle geçme; değişme, köklü değişim.

hurafat: Aslı esâsı olmayan bâtıl rivâyetler, batıl inanışlar.

tahrifat: Birşeyin aslını bozmalar, değiştirmeler.

İsevî: Hz. İsâ’nın (as) dininden olan; Hıristiyan.

Bediuzzaman Said Nursi

13.03.2009


Yeryüzü sayfasından bir paragraf okuduk

“Okumak, okumak, okumak... Yine okumak. Okumaktan yorulunca ne okuduğunu okumak. Veya kitab-ı kebir-i kâinatı okumak.”

Zübeyir Gündüzalp

ürkiye’nin dört bir yanından üniversite okumak amaçlı bir araya toplanmış biz gençler, bu sefer kitap okumak için buluştuk. Yeni Asya gazetesi genç okurları olarak yaklaşık 35 kişi, Adana yollarındaydık. Okumaktan uzaklaştırılmaya çalışılan bizler, bu duruma dur demenin vaktinin geldiğini düşünüyorduk. Bir hafta boyunca çeşitli kitaplardan okumalar yapacak, münâzarâlar neticesinde yeni fikirler edinecektik.

Kitap olarak önceliğimiz Risâle-i Nur oldu. “Niçin Risâle-i Nur?” sorusuna karşılık bir de küçük açıklama yapayım. Dünya yolculuğundaki rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerim’i okuyup anlamamız gerektiği konusunda hemfikirdik. Kur’ân-ı Kerîm’in asrımıza bakan âyetlerinin delillerle, ikna ve ispat yöntemi doğrultusunda tefsir edildiği belâgat timsâli bir eser aradık, karşımıza Risâle-i Nur çıktı. Risâle-i Nur’u bulmamızda yardımcı olan Rabbimiz’e binler şükürler olsun.

Dolu dolu geçen bir hafta boyunca çeşitli sürprizlerle karşılaştık. Bunlardan en önemlisi, Yeni Asya gazetesi yönetim kurulu üyesi Said Çamkerten’in bizi ziyaretiydi. Hakikatleri öğrenen hiç kimsenin yerinde duramayacağı gibi bizler de yerimizde duramaz olmuştuk. Öğrendiklerimizi sevdiklerimizle, çevremizle paylaşmak için sabırsızlanıyorduk. Bu güzel okuma programımızın, bir de geziyle güzelliğine güzellik katmak istedik ve düştük Tarsus yollarına.

Tarsus yolculuğumuz birlikte söylenen ezgilerle canlandı, yapılan muhabbetlerle tatlandı. İlk durağımız, İsrailoğulları’na peygamber olarak gönderilen Hz. Daniyal’ın uzun süre gizli kalan ve yakın bir zamanda açığa çıkartılan kabri oldu. Bir nehir yatağının altında bulunan kabrinin açığa çıkartılması için yapılan çalışmalar devam etmekte. Birer Fatiha okuduktan sonra otobüsümüze geri döndük. Sonraki durağımız ezan vakti yaklaştığından dolayı Mezarlık Camii oldu. Mezarlık Camii, mütevazi bir yapıya sahip ama kalabalık bir cemaate sahipti. Bu kalabalık cemaatte genç nüfusun yalnızca bizlerden oluşuyor olması bizi hüzünlendirdi. Cemaatin genç bir nüfus ile karşılaşmış olmalarının verdiği şaşkınlık ve mutluluk her hallerinden belli oluyordu. İnşallah genç nüfusu da artar duâlarıyla camiden ayrıldık.

Yorucu geçen yolculuğumuzda hem gözlerimizi, hem kulaklarımızı ve böylece zihnimizi dinlendirmek adına Tarsus Şelâlesi’ne doğru yola çıktık. Dinlendiren su şırıltılarıyla, gözlerimizi doyuran güzel yaratılmış muazzam güzelliğiyle, dert/keder ne varsa alıp götüren akıntısıyla hem aklımızda, hem gözümüzde, hem de gönlümüzde yer etti Tarsus Şelâlesi.

Gezi için Tarsus’u tercih etme sebeplerimizin en büyüğü olan Ashab-ı Kehf mağarasına doğru yola çıktık. Gazetemiz Yeni Asya’nın 40. yılı olması hasebiyle birkaç kardeşimiz tarafından kaleme alınan 40. yıl marşımızı coşkuyla seslendirmemiz ayrı bir renk kattı yolculuğumuza.

Ashab-ı Kehf Mağarası’nın anlamını, dilimin döndüğü kadar ifade edeyim. Putperestliğe saplanan kavimlerini terk ederek şehirden ayrılan yedi gencin, beraberlerinde bulunan Kıtmir ismindeki bir köpekle birlikte sığındıkları bir mağara. Bu mağarayı özel kılan ise, bu kişileri öldürtmek için gelen kralın ve askerlerinin Allah tarafından mağaraya girmelerinin engellenmesi ve bu kişilerin yine Allah tarafından 309 yıl uyutulmuş olmaları. Uyandıklarında yaklaşık bir günden az ya da en fazla bir gün uyuduklarını sanan bu inanmış kişilerden birisinin şehre inmesi ile olay açıklığa kavuşur. Halk onlara karşı büyük bir teveccüh göstermeye başlar. Bunu gördüklerinden dolayı uyandıkları gün ölmek için Allah’a duâ ederler ve kabul olunan duâları neticesinde Huzur-u İlâhî’ye giderler.

Yaptıkları, krallarına isyan etmek değil, inançlarını yaşamak istemektir. Lâkin bunu anlamaktan yoksun bir zihniyete sahip kral, onları öldürtmek istemiş, ama bu inanç abidelerini, inandıkları Allah’ın koruyabileceğini düşünmemiştir. Bırakın öldürmeyi mağaraya dahi girememiş, mağaranın ağzına duvar ördürmüştür. “O razı olduktan sonra bütün dünya küsse ehemmiyeti yok” kâidesince hiçbir üzüntü duymayan bu inanç abideleri, 309 yıl o mağarada Allah’ın izni ile uyumuşlar. Kral tarafından mağara ağzına örülen duvar, onları zarar verebilecek mahlûkattan korumaya bir vesile olmuştur. “Her şerrin arkasında bir hayır vardır” mealindeki hadis, burada tezahür etmiştir.

İnandığı hakikatin ardında durmak deyince, aklıma Nur’un Avukatı Bekir Berk Ağabeyin bir sözü geliyor: “Kuvvetinden başka büyüklüğü olmayan müstebitler karşısında kükreyiniz, şahlanınız. Boynunuz kırılsın fakat eğilmesin, alnınız kanlansın fakat lekelenmesin.”

Darb-ı mesel hükmüne geçen “Zulüm devam etmez” kaidesinin hayat bulması adına biz de her zaman her türlü zulme karşı dik durmayı prensip edinmişiz. Dik durmaktan kastımızı Bediüzzaman Said Nursî’nin sadık talebelerinden Zübeyir Gündüzalp’in bir sözüyle açıklamak isterim: “Dik duracağız, diklenmeyeceğiz.”

Konu konuyu açıyormuş, diklenmeyeceğiz deyince bu sözün dayanağı olan “müsbet hareket” düsturunu da dillendirmeden edemedim. Hoşlanmadığımız ya da tahrik edildiğimiz bir durum karşısında sağ duyulu davranmak, yıkıcı değil yapıcı davranışlar sergilemek ve oyunlara âlet olmamak bizim şiârımız olmalı ve böyle olması için okuyoruz biz de. Uyutulan, oyunlara âlet olan toplumlar okumayan kişilerden oluşur. Okudukça uyanıyoruz, uyandıkça oku(tu)yoruz, şevklen(dir)iyoruz.

Yolculuğumuz bütün güzelliğiyle devam ediyordu. Normalde yolculuklar birçok insan için vakit kaybı hüviyetindedir. Biz ise, yolculuğumuzu birbirimizle kaynaşma aracı yaparak en verimli hâle getirdik, mutluluğumuza vesile kıldık.

Nihayet Ashab-ı Kehf Mağarası’na ulaştık. Büyük bir azim ve uğraş ile mağaranın sonuna kadar ilerledik. Azim ve uğraş tabirlerini kullanma sebebim; mağaranın içinde fark etme ihtimalinizin düşük olduğu su birikintileri, kaygan ve engebeli bir zemin ve geçitlerin darlığıydı.

Birbirimize yardım ederek sonuna ulaştık. Maddede boğulmadık Elhamdülillah, mânâ-i harfî yönünden bakarak, bir dâvâ uğruna feda edebileceklerimizi düşündük ve anladık. Hakikatleri bilâpervâ dile getirmenin, götürüsünün fani, getirisinin bâkî olduğunu bizzat görmüş olduk.

Yolculuğumuz sırasında fark ettiğim önemli bir nokta; Türkiye’nin dört bir yanından gelen hatta bazıları farklı milletlerden olmak üzere yaklaşık 40 gencin toplu bir şekilde hareket etmesi, herhangi bir taşkınlık çıkarmaması, çevreye hiçbir zarar vermemesi, aksine çevreden memnuniyet ifadelerinin duyulması idi. Neydi bu kadar genci dizginleyen, yanlış yapmasını önleyen? Polis korkusundan mı bu şekilde davranıyorlardı acaba? Elbetteki hayır. Aldıkları eğitimden kaynaklanıyor desem, bir sürü menfî olaya müdahil üniversiteli genç geliyor aklıma. Buradan anlaşılıyor ki, bu gençlerin ortak olarak aldıkları başka bir eğitim var. Bu da olsa olsa Risâle-i Nur olabilir. “Anarşistliğin emniyet-i umumiyeyi bozmaya dehşetli çalışmasına karşı, Risâle-i Nur ve şakirtleri, iman-ı tahkikî kuvvetiyle bu vatanın her tarafında o müthiş ifsadı durduruyor ve kırıyor, emniyeti ve âsâyişi temine çalışıyor” ifadesi durumu açıklıyor.

Ve Mersin... Ve deniz...

Denizi hangi kelimeler anlatmayı başarabilir ki?

Deniz hüzündür, deniz mutluluk... Ve en önemlisi, deniz umuttur.

Yüreğinize ferahlık verir, aklınıza genişlik... Şair deniz kenarında yazar şiirini, yazar alır eline kalemini...

Yaptığı gelgitler, insanın ruh halini yansıtır aslında. İnsan, kendisini en iyi anlayan kişinin yanında mutlu olur, ferah bulur. Deniz de böyle bir şey ki, bütün insanlar onda kendinden bir parça buluyor, böylelikle ferah buluyor.

Mersin’den görmek nasip oldu bu sefer Akdeniz’i. Bütün haşmetiyle sahil boyunca uzanan kayaları tokatlıyordu. Kim bilir niye kızmıştı yine? “Deprem, İlâhî îkazdır” sözü geldi Kutlular Ağabey’in aklımıza. Dalgalar da bir nev'î İlâhî tokat gibiydi, bir şeyleri anlatmak istercesine. Anlayana... Gelen her dalganın “Yâ Celil” dediğini duyar gibiydik. “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerine inmiştir. Göz ise maneviyâtta kördür” sırrınca bu zikri ancak akılları gözlerine inmeyenler duyabiliyordu.

Tefekküre biraz ara vermemiz gerektiğini fark ettik, namaz vakti yaklaşıyordu çünkü. Namazımızı, bir arkadaşımızın dedesinin evinde edâ ettik.

Günün yorgunluğunu bütün hücrelerimizde hissederek otobüsümüze bindiğimizde, herkes kendi dünyasına çekilmiş nefis muhasebesi yapıyor, bir yandan da tefekkür ediyordu.

Dolu dolu tamamladığımız Tarsus gezimizi, sonuna ulaştığımız Adana programımızı daha güzel, daha verimli programlarda buluşabilmek temenni ve duâlarıyla noktalamış olduk.

[email protected] / www.hakperest.org

MUSTAFA ALKAN

13.03.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla