Geçtiğimiz dönemde Avrupa Birliğine uyum maksadıyla hazırlanan ‘demokrasi paketleri’ sırasıyla açıklanıyor; umumî bir memnuniyet hissediliyordu. AB cenahından ise her yeni paket sonrası “Yeni paketler/çıkarılan kanunlar iyi de uygulamayı da görmemiz lâzım” anlamında beyanatlar veriliyordu.
Son dönemde, ‘1982 darbe dönemi anayasası’ndan kurtulmak gerektiği yönündeki fikirler benzer tesbitleri gündeme taşıyor. Ekseriyet ‘sivil bir anayasa yapılsın’ derken, bazıları da “Mevcut anayasa değişmese de olur. Yeter ki doğru dürüst uygulansın” diyorlar.
Hemen herkesin kabul edeceği bir gerçek var: Her konuda önemli olan uygulamadır. Çok ‘güzel’ kanunlarla çok kötü uygulamalar yapılabileceği gibi, ‘kötü’ kanunlarla da iyi uygulamalar yapılması ‘teknik’ anlamda mümkündür. Fakat bu, ‘kötü’ kanunlar değişmesin, ilel ebed devam etsin anlamına da gelmez. İdeal olan ‘iyi/güzel’ kanunlar ve aynı ölçüde ‘iyi ve güzel’ uygulamalardır. Kanunlar ihtiyacına göre düzenlenmesi gerektiğine göre, ‘kötü’ kanunlarda ısrar etmenin de bir anlamı yoktur.
Her şeyin ‘güzel’ kanunlar hazırlamakla halledilemediğinin en güzel örneklerinden biri, geçmişte TCK’da yapılan 142-142 ya da günümüzde yapılan 312, 301 gibi maddelerle ilgili düzenlemelerdir. Bilhassa 312. madde ile ilgili olarak yapılan düzenlemeler, uygulamanın değişmemesi ya da daha ‘kötü’leşmesi sebebiyle netice vermemiştir. Bir başka nokta da; aynı ‘kötü’ kanun maddelerinin her dönem yürürlükte olmasına rağmen bazı dönemlerde ‘özel’ olarak kullanıma sokulmasıdır. Öyle ya, son yıllarda meşhur olan TCK 312 ya da 301. maddeler son yıllarda yürürlüğe girmedi ki! Ya da bu maddeler tamamen devre dışı bırakılmış olsa bile şu anda ‘uyumakta’ olan başka maddelerin devreye girmesi ve hatta 301 gibi maddeleri aratmayacağı ne malum?
Hadise gelip ‘uygulama’ noktasında düğümleniyor. Özgürlükleri kısıtlayan kanun maddeleri bile, iyi niyetle ve özgürlükleri genişletici yönde yorumlanabilir. Böyle durumlarda ‘kötü’ maddelerle bile ‘doğru ve iyi’ hükümler kurulabilir. Zaten AB yetkililerinin de her imkân ve fırsatta ‘uygulama’ya dikkat çekmesi bu sebeptedir.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin; 12 Eylül’ün ‘hediyesi’ olan 1982 ihtilâl anayasından kurtulması gerektiği de bir vakıa. Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap vermekten uzak olduğu uygulamalarla ortaya çıkmış ve bu sebeple onlarca maddesi değiştirilmiş bu anayasadan kurtulmak lâzım. Ancak ‘hal ve gidiş’e bakınca, ‘yeni ve sivil bir anayasa’ taleplerinin ciddiye alınmadığı anlaşılıyor. Daha da üzücü olan, gelmesi muhtemel yeni bir anayasanın ‘ihtilâl anayası’nı aratması ihtimali... Çünkü yeni anayasa çalışmaları ta baştan değişmez ana muhalefet partisi CHP’nin arzusu ve keyfine havale edilmiş görünüyor.
Hayır, yeni ve sivil bir anayasa çalışması CHP’nin arzusu ve keyfine bırakılacak kadar sıradan bir iş değildir. Yeni anayasa hazırlanacaksa, söz hakkı baştan sona kadar millette olmalı. Başkasında değil!
05.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|