Ergenekon Quo Vadis?
Ergenekon ek iddianamesinin açıklanmasının eli kulağında olduğu biliniyor. İki hafta önce açıklanması an meselesiydi. Medya dünyası bunları biliyordu. Bu bakımdan İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili’nin basında iddianamenin içeriğine ilişkin bazı bilgileri yalanlaması çok inandırıcı gelmiyor.
İkinci Ergenekon iddianamesi Şener Eruygur ve Hurşit Tolon gibi kuvvet komutanlığı, ordu komutanlığı, Harp Akademileri komutanlığı gibi sıfatlar taşımış, emekli orgeneralleri kapsadığı için kendisine özel önem atfedilen bir metin. Yaklaşık 1000 sayfadan oluştuğu, iddianamede sanıkların bazılarının 2007’deki Cumhuriyet mitingleri ile demokratik olmayan yollardan hükümeti düşürmek istedikleri isnadının yer aldığı da edinilen bilgiler içerisinde.
İddianame ortaya çıktığı vakit, önemli olan, isnat edilen suçların sağlam maddi delillerle beslenip beslenmediğini görme fırsatı çıkacak. Aslında, söz konusu iddianameyi bunca vakit geciktirmiş olan ve bundan sonra Ergenekon davasının ne yönde yol alacağına ilişkin kafalarda soru işaretleri bulunmasına yol açan, Ergenekon davasının ‘askeri darbe girişimleri’ ile hukuki ve yasal bir hesaplaşmanın öngörüldüğünden bir türlü emin olamamak.
2003 ve 2004 yıllarına ait ‘Ay Işığı’ ve ‘Sarıkız’ gibi tuhaf kod isimleriyle gün yüzüne çıkmış olan darbe girişimlerini hedef almayan bir Ergenekon dava süreci, ister istemez, bir noktada tıkanacaktır. Söz konusu askeri darbe girişimleri için yeterli ipuçları eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ile ilintilendiren ‘Darbe Günlükleri’nde bulunuyor.
‘Darbe Günlükleri’ ikinci Ergenekon iddianamesinde var mı, yok mu? Bilmiyoruz. ‘Darbe Günlükleri’, herhangi bir Ergenekon iddianamesine konu olacak mı?
Onu da bilmiyoruz.
Bu arada Ergenekon’un tüm emekli general sanıkları adeta ‘ritmik’ bir gelişmeyle Silivri’deki dört duvar arasından çıkıp askeri hastanelerin şefkatli kollarına tevdi edildiler.
Yakın geçmişte ortaya çıkan bu görüntüler, Ergenekon’un gerçekten ‘askeri darbelerle hesaplaşma’ süreci olacağına ilişkin kuşkuları ister istemez besliyor.
***
Son başarılı ‘askeri darbe’ sayılan 28 Şubat’ın 12. yıldönümünde bir dizi etkinlik yapıldı, 28 Şubat sayısız değerlendirme yazısına konu oldu. 28 Şubat’ın sorumlularına ‘yargı yolu’nun açılacağına ilişkin en ufak bir sinyal ortada var mı?
Şayet Ergenekon, 2000’li yıllara ait ve mevcut hükümete yönelik ‘askeri darbe girişimleri’ni soruşturacak bir yön izlemezse, 28 Şubat’ın yolunu hiç bulamayız. Nerede kalmış 12 Eylül.
Askeri darbelere kapıyı, ‘siyasi güç dengeleri’ üzerinden değil, ‘hukuk ve yargı aracılığı’ ile kapatma yolu seçilmezse, yani Ergenekon ‘askeri darbe girişimleri’ni soruşturacak bir yön izlemezse, 28 Şubat’ı da, 12 Eylül’ü de bugün tartışmanın bir anlamı kalmaz. Bu durumda, ‘Anayasa değişikliği’nden söz etmek de gerçekçi olmaz.
Türkiye’de nice sorunun kaynağı ve nice sorunun çözümünün önündeki engel olarak duran 1982 Anayasası’nın bir ‘askeri darbe ürünü’ olduğunu akıldan çıkaramayız. Bu Anayasa ile Türkiye ne demokratik bir ülke haline gelebilir, ne hukukun üstünlüğü Türkiye’de sağlanabilir.
Türkiye’nin AB katılım sürecinin üzerindeki gerçek engeller ise, ne Sarkozy’dir ne de Merkel.
1982 Anayasası varken, Türkiye’nin AB yolu üzerinde ‘mayın’ aramaya pek gerek yoktur.
Ergenekon konusu, işte, tüm bu çağrışımları ve izdüşümleri nedeniyle herhangi bir adlî süreç değildir. Gereği gibi yürütülmezse, ‘bumerang’ etkisi yapma yeteneğini koruyor. ‘Ergenekon bumerangı’ ise Türkiye’nin geleceğini karartabilir.
***
Ergenekon’un ‘en kestirme’ tanımı ne olabilir?
Türkiye’de askeri darbe yoluyla seçilmiş hükümeti bertaraf etmek, hükümetin çoğunluğuna dayandığı parlamentoyu işlevsiz kılmak için, askeri darbeye meşru ortam sağlamak için faaliyette bulunmak.
Bir askeri darbeye görünürde ne meşru ortam sağlayabilir?
Şiddet ortamı. Suikastlar ve sabotajlar, büyük kitle çalkantıları. 2007’deki Cumhuriyet mitingleri, bu sonuncusunu ifade ediyordu. Katılanların katılmaktaki saf ya da halisane niyetleri ne olursa olsun, Cumhuriyet mitingleri bir ‘senaryo’nun o senaryonun yazarlarının öngördüğü ve ‘askeri darbe’ amacına ulaşmak için kullandıkları araçlardan biriydi.
Ergenekon iddianameleri, sadece araçlara değil, ‘amaç’ı ortaya çıkaracak şekilde hazırlandığı ve iddialar maddi bulgularla desteklendiği ölçüde ikna edici ve etkili olabilirler.
‘Darbe Günlükleri’ni içermeyen, 28 Şubat’ı kurcalamayan, Hrant Dink cinayeti davasını kendi soruşturmasıyla birleştirmeyen bir Ergenekon süreci, enerjisini tüketerek yarı yolda kalma tehlikesi içeriyor.
Öyle olacaktır diyemeyiz.
Öyle olmamasını dilemeliyiz...
Cengiz Çandar
Referans, 4.3.2009
|
En tahripkâr darbe 28 Şubat
Gazetecilik mesleğine başlayalı kırk yıl oluyor. Bu süre zarfında üç darbe, sayısı meçhul darbe teşebbüsü gördüm. Öncekilerin mahiyetini, arka planında ne yattığını da az-çok bilirim. Bildiğim bir başka şey, bugüne kadar basın desteği almamış tek bir askeri müdahale girişiminin olmadığı.
Asker- sivil bürokrasinin üniversite ve dış dünyayla mutabakatına medyanın katılmasıyla oluşan ‘Şeytan Üçgeni’nden söz ediyorum.
Teferruatına girmeyeyim... 27 Mayıs, 12 Mart böyledir, 12 Eylül böyledir... Söz konusu darbelerin tamamında basın, provokasyonların vitrini, alkışçısı, akıl hocası mevkiindedir. Merak eden 27 Mayıs için Akis, Sır, Kim dergilerinin koleksiyonuna, 12 Mart için günlük gazetelerin Erim kabinesini övmek için kullandıkları ‘Beyin takımı’ sıfatlı manşetlere, 12 Eylül için Kenan Evren’in çanak yalayıcıların listesini verdiği hatıralarına bakabilir...
Şunu hemen ifade edeyim; bu darbelerin hiçbirisi pespayelik ve süflilik bakımından 28 Şubat’la yarışamaz. Ayrıca hiç birisi onun kadar tahripkâr olmamıştır.
Bugün bütün kurumsal yapılar gibi Türk basını da bir dizi sıkıntı/sancı içindeyse ve bunlardan şikâyetçiyse, perakende sorunlar ve uğranılan gündelik haksızlıklardan yakınırken, herhalde geçen yarım asrın hiç değilse son 15 senesinde nelerin yapıldığını ya da varlığını demokratik düzenin işlemesinden alan, gücünü demokratik sisteme borçlu basın olmanın gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini de düşünmek gerekir.
4 Şubat 1997 günü Sincan’da tankların hareketi fotoğraflanamayınca dönemin komutanlarını arayıp ikinci bir geçiş yapılmasını rica eden basının ve alkışa dayanamayıp tekrardan sahneye çıkan sanatçı misali bu isteği araçları yeniden caddelere çıkararak geri çevirmeyen askerin de şimdi hiçbir şey için şekvacı olmaya hakkı bulunmadığını düşünüyorum.
O günleri hatırlayın. Necmettin Erbakan’ın MGK toplantısında düpedüz hakarete uğramasından duyulan hoşnutluğu, TC Başbakanı’nın komutanların karşısında kan ter içinde kalmışlığından yola çıkılarak yazılan alaycı yorumları, ‘Müstehaktı’ değerlendirmelerini v.s. Keza siyasetin basın üzerinden nasıl baskılandığını.
Dönemin genelkurmay başkanının şimdilerde ‘Encümen-i Daniş’ adı altında akil adamlığa soyunmuşluğu ve onun, en hafif tabirle pervasız diye nitelenebilecek tespitlerle kamuoyuna yansıyan ses bantlarındaki konuşma üslubu bizi yanıltmamalı. Org. Karadayı’nın kendisiyle her görüşmede Org. Çevik Bir’den ve onun kontrol ettiği karargah yapısından nasıl yakındığını herhalde Tansu Çiller’den dinlemek lazım... Org. Karadayı’nın o görüşmelerdeki paniğini, darbenin yapılacağından kuşku duymadığını ve kendisinin akibetinin 27 Mayıs darbesinden sonra tutuklanan dönemin genelkurmay başkanı Org. Rüştü Erdelhun gibi olmasından korktuğunu söylemiş olması sadece dedikodu olabilir mi? Keza silahlı kuvvetler tarihinde ilk kez genelkurmay karargâhının fiilen 2. başkanın kontrolünde olduğu da...
28 Şubat ve ardından gelen süreçte işlerin tamamen şirazeden çıktığının ve küstahlığın diğer kurumlar yanında medyaya bulaştığının göstergesi, bazı gazetecilerin hükümet değiştirmeye, başbakan tayin etmeye kalktığı, ötesi kabinede kendilerine kontenjan tanınmasını isteyip, falanca kişi neden şu bakanlığa değil de bu bakanlığa getirildi diye asabiyet göstermesidir...
Bugün Ergenekon dediğimiz ve AKP iktidarını darbeyle düşürme planı yaptığına dair ciddi deliller bulunduğunu öğrendiğimiz yapı işte o günlerin mahsulü. Örgütün geçmişini 1950’lere götürmek ve bunu NATO’yla, ABD’yle irtibatlandırmak
soyağacı çalışmasından öte kıymeti harbiyesi olan bir şey değil... Bugün soruşturulanın dünkü örgüte nisbeti de hısımlıktan ibaret!..
Gazete yazısı çerçevesine sığdırmaya çalıştığım geçişi unutarak veya görmezlikten gelerek bugün Tayyip Erdoğan’ın tedirginliğini ve öfkesini değerlendirmek pek mümkün değil...
Avni Özgürel
Radikal, 4.3.2009
|