Günlerden bir gün Lahor Meydanında iğne atsan yere düşmez müthiş bir kalabalık toplanmış. Ateşli hatibin daha yüce maksatlar için halkı coşturmaya çalıştığı anlaşılıyor. Gözyaşlarının sebil edildiği, birçoklarının hıçkıra hıçkıra ağladığı o toplantıda hatip sözlerini şöyle bağlıyor: “Arkadaşlar! Şu anda ben Sultanlar Sultanı Resûlullahın mânevî huzurunda bulunuyorum. Bana diyor ki: ‘Doktor İkbal, bana ne hediye getirdin?’ ‘Ben de diyorum ki, “Ya Resûlallah, bizim gibi gedâlar sizin gibi Sultanlara ne hediye getirebilir? Yalnız şu anda ellerimde yarısına kadar dolu iki bardak su var. Bu, Çanakkale’de ve Trablusgarb’ta dökülen Müslüman kardeşlerimin kanıdır.”
Muhammed İkbal olan bu ateşli hatip, o gün henüz istiklâllerine kavuşmamış olan Hindistanlı Müslümanları bu konuşmalarıyla coşturuyor, Çanakkale’de ve Trablusgarb’ta cansiperane savaşan Müslüman kardeşlerine vatandaşlarını yardıma çağırıyordu. O gün neler yapmamışlardı ki o halk. Verebilecek birşey bulamayanlar dahi gömleklerini satıp kardeşlerinin yardımlarına koşmuştu.
Âkif’in lisanında “Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ” ifadesini bulan kefensiz yatan yüz binlerce şehidin medfun olduğu, “Çanakkale geçilmez” destanının yazıldığı, Cennetmisal, misk kokulu mübarek toprakları bizlere miras bırakan ecdadın ruhuna ne kadar muhtacız.
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. / Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!” diyen, doğduğundan beridir hür yaşamış bir neslin gözünü budaktan esirgemeyen bir ruh o ruh. İtilâf Devletleri adıyla anılan kuvvetler 3 Kasım 1914’te Çanakkale’nin denizin kilidi anlamındaki Seddülbahir’den hücuma kalkmış, fakat 18 Mart’ta belleri kırılmıştı. O gün Seyyid Onbaşının 276 kiloluk top mermisini tek başına kaldırıp attığında düşman gemisini batırması dillere destan olmuştu. Kilitbahir’in hemen ilerisinde Mecidiye Tabyası kıyıya dikilmiş bir abidesi bulunan Seyyid Onbaşı 18 Mart’ta 16 topçusu şehit olmuş, Bataryada kumandanları Yüzbaşı Hilmi Bey ve arkadaşı Niğdeli Ali ile kendisi, bir tane de topları kalmış, aksilik bu ya topun da mermileri namluya süren vinci kırılmış bir vaziyette bu harikayı gerçekleştiriyordu. Allah’tan başka hamileri yoktu onların. Devamlı duâ hâlindeydi Seyyid. Annesi Emine Hatun’un öğrettiği duâyı dilinden hiç eksik etmediği şu duâyı okuyordu: “Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-Aliyyi’l-Azîm.” İhlâsla, samimiyetle tekrar tekrar okuyor, yalvarıyordu Rabbine: “Ey eksiği olmayan Allah! Ey âlemleri rahmetiyle kuşatan! Vücuduma öyle kuvvet ver ki, benden başka hiç, ama hiçbir kulun benden daha kuvvetli olmasın! Allah’ım, benden kuvvetini esirgeleme!”
Bu içten yakarıştan sonra Seyyid âdetâ kendinden geçiyor, demir basamakları üç defa inip çıkıyor, göğüs ve omuz kemikleri çatırdamaya başlıyor ve Bismillah deyip 276 kiloluk mermiyi kaptığı gibi topun namlusuna yerleştiriyor, savaşın kaderini değiştirecek bu mermi gidiyor, gidiyor tam İngiliz Ocean (Oşın) zırhlısına isabet ediyor ve zırhlı batmaya başlıyordu.
Zaferin kahramanlarından birisiydi sadece Seyyid Onbaşı. Diğer bir kısım kahraman ve kahramanlıklar üzerinde de bir sonraki makalemizde duralım İnşaallah.
18.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|