Ali Bulaç, “Maalesef AKP iktidarı döneminde cemaatler, hiç olmadığı kadar politize oldular, iktidara angaje oldular ve genç-dinamik entelektüellerini devletin memuru haline getirdiler” diyor (Vatan, 3.3.09).
Aslında cemaatlerin politizasyonu süreci millî görüş hareketiyle, Millî Nizam Partisinin kuruluşuyla başladı. Ama cemaatlerin tümü oraya kaymadığı için bu durum o zaman sınırlı ve mevziî kaldı. 12 Eylül ANAP’ı getirinceye kadar.
ANAP iktidarıyla birlikte, cemaatlerin önemli bir kısmı devlet imkânlarıyla desteklenerek ticarîleştirildi ve buna bağlı olarak politize edildi.
Birçok farklı alanda faaliyet gösteren şirketler kuruldu. Finans kurumları oluşturuldu. Büyük holdingler meydana getirildi. Evvelce cemaatin öz kaynaklarına dayalı mütevazi imkânlarla çıkarılmaya çalışılan yayın organları kitleselleşen gazetelere dönüşürken bunlara radyo ve TV kanalları eklendi. Ve “hizmet” mülâhazasıyla girilen süreç, kaygan bir sath-ı mail haline geldi.
İlk başlarda haber bültenlerini bile başörtülü spikerlerle sunan TV kanalları, daha sonra hem bu uygulamaya son verdiler, hem de müptezellikte diğer kanallarla adeta yarışır hale geldiler.
Sonuçta, orijinal kimliklerin dejenere olduğu, kapitalizmin kurallarının öne çıktığı, şirket çıkarlarının hizmetin gereklerine baskın geldiği, siyasî iktidarla ilişkilerin de buna göre şekillendiği çok ibret verici kimlik erozyonları yaşandı.
Zühd ve takvayı esas alan hayat tarzları terk edilirken, şatafat, lüks, gösteriş, ölçüsüz tüketim ve israfa dayalı bir yaşayış üslûbu ortaya çıktı.
Nişan, düğün ve tatillerini beş yıldızlı otellerde yapmayı alışkanlık haline getiren, marka giyinen, lüks ve pahalı lokantalarda yemek yiyen ve eğlence yerlerinde boy gösterip doğum günü kutlamaları yapan bir “İslâm sosyetesi” oluştu.
1990’ların başında ANAP’ın iktidardan uzaklaşıp çekim merkezi olmaktan çıkmasıyla, cemaatleri siyasallaştırma, ticarîleştirme ve dünyevîleştirme görevini, MNP-MSP’nin devamı olarak kitleye açılma çabası içindeki RP devraldı.
RP’nin 1994’teki yerel, 1995’teki genel seçimde elde ettiği başarı, önce kendi kadrolarında, sonra destek veren cemaatlerde, iktidar nimetlerinden daha fazla pay alma iştahını kabarttı.
Öteden beri “yandaş zenginler” oluşturma mekanizması olarak işleyen ihale sistemi, bu dönemde RP’liler ve destek verenler lehine çalıştı.
Buna ilâveten, yetişmiş kadrolar yine yerel ve merkezî yönetimin bürokratları olarak istihdam edildi. Öyle ki, çok sayıda akademisyen siyasete ve bürokrasiye kanalize edilerek üniversite kürsüleri boşaltıldı, üstelik bu durum “En çok profesör bizim kadrolarımızda” söylemleriyle övünme vesilesi yapıldı ve bu kaydırma 28 Şubat’ta üniversitelerin YÖK eliyle “resmî ideolojinin kaleleri” haline getirilmesini son derece kolaylaştırdı.
AKP’nin tek başına iktidarı, arkasına aldığı cemaatlerin büyük çoğunluğuyla birlikte, bu dejenerasyonu çok daha ileri boyutlara taşıdı.
Tesettürün ifadesi olması gerekirken maalesef yer yer “AKP’nin simgesi” haline getirilen şekliyle başörtüsü, bir “moda ve şıklık aksesuarı” olmaya indirgenerek içi boşaltıldı. Ve bu durum sadece başörtüsünde değil, sosyolog Müfit Yüksel’in Yeni Asya’ya söylediği gibi (23.2.09), dindarlık tezahürlerinin tamamında ortaya çıktı.
İşin ilginç tarafı, Yüksel AKP’yi eleştirirken “yurt dışındaki lüks mağazalardan aldıkları pahalı ve marka eşarplarla 4x4’lere binip caka satanlar”ı örnek veren Numan Kurtulmuş’un başında olduğu SP için de “Yeni AKP’ler üretmeye aday” tesbitinde bulunuyor ki, bu da çok doğru.
Çünkü her ne kadar “Din adına siyaset hataymış” denilse de, dindar kimliklerle iktidar talebinde ısrar edilmesi, sahiplerini hep “İktidar yozlaştırır” hükmünün kapsama alanında tutuyor.
Altı buçuk yıllık AKP iktidarında yaşananlar, cemaatlerin bu sarsıcı gerçekten, evvelce görülmemiş boyutlarda etkilendiklerini gösteriyor...
14.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|