Demokratik sisteme geçildikten (1950) sonra, tek başına iktidar olmak, ya Demokratlara, ya da Milletçilere nasip olmuştur. Halkçılar ise, zaman zaman iktidara en yakın parti konumuna yükselmekle beraber, tek başına iktidar olma şansına hiçbir dönemde sahip olamamışlardır.
Tarihin tasdik ve tescilinde olan bu gerçeğe parmak basanların başında Bediüzzaman Said Nursî gelir. Nursî, DP'nin iktidarda olduğu 1950'lerde kaleme alınan iki adet mektubunda özetle şunları söylüyor: "Eğer Demokrat Parti düşse, ya Halk Partisi veya Millet Partisi iktidara gelecek. Halk Partisi ise, bu asil Türk milleti onu katiyen—tek başına—iktidara getirmeyecek." (Emirdağ Lâhikası, s. 422)
Buna göre, Demokratların düşmesi halinde, Halkçıların oyları artsa bile, tek başına iktidara gelemezler; ancak, Milletçiler iktidara gelebilirler demektir.
Aynı mektuplarında Milletçileri de kategorik olarak iki gruba ayıran Said Nursî, bunlardan birinin dindar, diğerinin ise Türkçü olduğunu ifade eder.
Türkçü kanadın tek başına iktidara gelmeleri halinde, bu vatanın iç savaşa sürükleneceği, hakiki Türklerin bundan büyük zarar göreceği ve hatta ecnebilerin boyunduruğu altına gireceği ihtimalini nazara veren Üstad Bediüzzaman, Milletçilerin dindar kanadı için ise hülâsaten şunları söyler: "Eğer bu partide sırf İslâmiyet esas olsa, o, Demokratın mânâsındadır; dindar Demokratlara yardım eder, onlara iltihak eder; onlara muhalif ve muarız olmayarak, iktidara gelmesine çalışmaz." (Age, s. 386, 422)
Bediüzzaman Hazretlerinin bu mânâdaki tavsiyelerine büyük ölçüde riayet eden dindar kitleler, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinde de desteklerini esirgemeyerek, Demokratları iktidar mevkiinde tutmaya çalıştılar.
Aynı durum—1960'taki kanlı darbeye rağmen—Bediüzzaman'ın vefatından sonra da önemli ölçüde devam etti. Üstad Hazretlerinin siyasî meslek ve meşrebini en iyi anlayanların başında gelen talebesi Zübeyir Gündüzalp'in pür dikkat ve teyakkuzu sayesinde, ekser Nur talebeleri ile sair dindar gruplar, Demokratlara 1965 ve 1969 seçimlerinde de "nokta–i istinad" olarak, onları iktidarda muhafaza ettiler.
Ancak, ne olduysa 1971'den sonra oldu. 12 Mart Cuntasının hükümet düşüren muhtırasından sonra, siyaset parçalandığı gibi, demokrasi de pek ağır bir yara aldı...
Aynı sene içinde Zübeyir Gündüzalp'in de vefat etmesiyle, doğru siyaseti tarif, takip ve teşvik noktasında büyük bir zaaf yaşandı. Adeta bazılarının basireti bağlandı. Bu sebeple "din adına siyaset" hevesleri meydan aldı ki, Üstad Bediüzzaman'ın "Eyvah!" diyerek en ziyade korktuğu mesele de buydu.
1970'lerde yaşanan siyasetteki parçalanmışlık, 1980'de yeniden toparlanmak üzere iken darbe yapıldı. Darbeden sonra Demokratların önü kesildi. Halkçıların da tek başına iktidara gelmesi mümkün görünmediği için (1977 ve 79'da belleri kırıldı), darbeciler Milletçiler için tek başına iktidar yolunu açmış oldu.
* * *
Millet Partisinin bütün argümanlarını kullandığı halde "Biz hiçbir partinin devamı değiliz" diye avaz avaz bağırarak tek başına iktidar olan 1980'lerin ANAP'ı ile 2000'li yılların AKP'si için, ne aciptir ki, bazı kimseler ısrarla ve hatta inatla "Ahrar da, Demokrat da bunlardır" diyerek, vargücüyle propaganda yapıyor.
Oysa, Demokrat'ın mirasına konmak başka, onun misyonuna sahip çıkmak daha başkadır.
Evet, cidden acip ve gariptir ki: O partiler, hemen her defasında "Biz hiçbir partinin devamı değiliz" dedikleri halde, yine de onlara Demokratlık misyonu ısrarla yüklenmek isteniyor ki, feleğin çarkının tersine çevrilmesi, ancak bu kadar olur.
Afyon hapsinin tarihine dikkat!
Bediüzzaman, Meşrûtiyet zamanında olduğu gibi, bilhassa 1948'den sonra Fevzi Paşanın fahrî başkanlığında Millet Partisinin kurulması ve Meclis'te dindarlardan müteşekkil bir grup teşkil edilerek siyasette Demokratlara alternatif bir harekete dönüşmesi karşısında, otuz beş senedir terk ettiği siyasete "Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzûm oldu"ğunu "bu Afyon hapsinde kanaatim geldi" diyerek, aslında hem adres, hem tarih veriyor ve bu meselede birinci önceliğinin de ne olduğunu dikkat nazarlarına beyan ediyor. (Bkz: Tarihçe–i Hayat, s. 490; Emirdağ Lâhikası, s. 423)
Evet, Millet Partisi, Üstad Bediüzzaman tam da Afyon Hapsinde olduğu 1948'de kuruluyor. Üstelik, hem DP içindeki 20'den fazla dindar–muhafazakâr mebusu bünyesinde toplayarak Meclis'te grup kuruyor, hem de kamuoyu nazarında şöhret kazanmış dindar şahsiyetlerin çoğunun desteğini alarak, Demokratların önünü kesmeyi hedef almış bulunuyordu.
İşte, Üstad Bediüzzaman "Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzûm oldu" sözünü bu tarihte ve bu tehlikeli gelişme üzerine sarf etmiş; ayrıca, düşündürücü olduğu kadar ürpertici de olan şu ifadeleri sarf etmiştir: "Evet, büyük kusurlarımdan birtek suçum: Vatan ve millet ve din namına mükellef olduğum büyük bir vazifeyi, dünyaya bakmadığım için yapmadığımdan, hakikat noktasında affolunmaz bir suç olduğuna, şimdi bu Afyon hapsinde kanaatim geldi."
Nitekim, Üstad Bediüzzaman'ın, siyaset âlemiyle daha ziyade 1949 Güz'ünde neticelenen Afyon hapsinden sonra alâkadar olduğunu, Millet Partisine giden Sebilürreşad ve Büyük Doğucu dostlarıyla siyaseten yollarının ayrı olduğunu ve Hamza Emek ile Mehmet Çalışkan gibi talebelerine Demokrat Partiyi adres göstererek "Kardaşlarım, sizler benim ve Risâle–i Nur'un bedeline, Demokrat Partiye kaydolun" diyerek, şaşırtıcı bir kararlılık ile hayatında yeni bir safha (Üçüncü Said devresi) açtığını pekçok şahit ve delillerin şehadetiyle anlayabilmekteyiz.
(Bkz: Son Şahitler–II, s. 358, 422; Emirdağ Lâhikası, s. 281, 423, 424)
14.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|