Şehrü’l-Emin seçimi
29 Mart 2009’da mahallî idareler seçimi yapılacak. Bu seçim içinde bence en önemlisi “Şehrü’l-Emin” denilen belediye başkanlarının seçimidir. Bu şu demektir: Halkımız kendilerini idare edecek ve kendilerine doğrudan hizmet sunacak idarecilerini seçeceklerdir. Bunu yaparken nasıl davranmalıdır? Bu konuda ölçüleri neler olmalıdır? İşte bu kendilerine bir nebzecik ufuk açma adına bu yazıyı yazma ihtiyacını duydum.
Şehirlerin konumu önem arz eden bir husustur. Yani yaşayan insanları analiz etmek gerekir. Bu şehirde yaşayan toplumun katmanları çok farklıdır. Bu farklılık onların arasında huzursuzluk kaynağı değildir, bilâkis faziletlerine vesile olan bir husustur. Farabi; (259H.-870M. 339H.-950 M.) el-Medinetü’l-Fâzıla adlı eserinde şehirlerin ve şehirlerde yaşayan insanların ve bu insanları yöneten “şehrü’l-emin” olan belediye başkanlarının bir takım özelliklere sahip oldukları takdirde faziletli şehir, faziletli millet ve yaşanan dünyalarının faziletli bir dünya hayatına kavuşacaklarını ifade ederek şöyle der: “Şehir sakinlerinin saadete erişmek maksadıyla yardımlaştıkları bir şehir, fâzıl bir şehir olur. Zaten saadete erişmek maksadıyla kurulan her topluluk da fâzıl bir topluluk sayılır. Onun içindir ki, bütün şehirler –saadete erişmek maksadıyla elele vererek- çalışan bir millet de fâzıl bir millettir; bütün milletleri, saadete ulaşmak maksadıyla elbirliğiyle çalışan bir dünya da fâzıl bir dünya olur.”1
Fâziletli bir şehir; sağlıklı ve sıhhatli bir insan vücuduna benzetilmiştir. Bu şehri yöneten başkan da bu vücuttaki kalbe benzetilmiştir. Bu benzetmeyi şöyle ifade eder: “Fâzıl şehir; tam sıhhatte bir vücuda benzer. Bütün uzuvları onu hayat devresinin sonuna kadar muhafaza etmek hususunda yardımlaşır. Bir vücudun uzuvları nasıl çeşitli iseler, yaratılış ve kuvvetleri bakımından nasıl çeşitli iseler, yaradılış ve kuvvetleri bakımından nasıl birbirinden üstün iseler ve hepsinin başında başrolü oynayan kalp adında bir uzuvdur.”2
Fâzıl bir şehri yönetecek insanların da yani şehrü’l-emin tabir edilen belediye başkanının da faziletli olması o şehrin gerek bayındırlık noktasındaki imarı ve gerekse insanların huzur duydukları mükemmel bir toplum olmalarını temin edecek bir husustur. Bu sebeple fâzıl şehirde reislik yani başkanlık toplumun bütün fertlerine uyum sağlayan bir insan olması gerektiğini ise; şöyle açıklamıştır: “Fâzıl şehirde reislik yani başkanlık san'atı, gelişi güzel, herhangi bir san'at veya herhangi bir meleke olamaz. Reis öyle mükemmel bir insan olmalı ki, hem akıllı olsun, hem bilfiil makul olsun.”3
Fâzıl şehrin reisi yani belediye başkanı hem milletin ve hem de yeryüzünün reisi kabul edilmiştir. Farabi, Belediye başkanlarında bulunması gereken özellikleri şöyle sıralar:
1. Vücudunun tam ve her uzvunun kıvamında olması lâzımdır ki vazifesini kolayca yapsın.
2. Kendisine söylenen her şeyi tabiatıyla iyi kavrayıp anlaması lâzımdır ki hem söyleyenin maksadını hem de söylenenin gereğini yapsın.
3. Hafızası kuvvetli olmalı ki anladığı, gördüğü, işittiği ve sezdiği her şeyi bellesin ve unutmasın.
4. Uyanık ve zeki olması lâzımdır ki gördüğü en ufak delili anında fark edip yerinde kullanmasını bilsin.
5. Güzel konuşmasını bilmeli ki zamirindeki her şeyi açıkça izah etsin.
6. Öğretmeyi ve öğrenmeyi sevmesi, buna kendini kaptırmış olması ve her şeyi kolayca öğretmesi lâzımdır ki öğretme ve öğrenme yorgunlukları ona ne ıztırap versin ne de vücudunu hırpalasın.
7. Yemeye, içmeye ve kadınlara düşkün olmaması ve tabiatıyla oyundan sakınması lâzımdır.
8. Doğruluğu ve doğruları sevmesi, yalandan ve yalancılardan nefret etmesi lâzımdır.
9. Ulu olması ve ululuğu sevmesi lâzımdır ki, utandırıcı şeylere düşmesin ve tabiatıyla hep yüksek şeyleri arasın ve gümüşle altın gibi şeylere ve diğer dünyalıklara göz koymasın.
10. Adaleti ve adalet ehlini sevmesi, istibdattan, zulümden ve zalimlerden nefret etmesi lâzımdır ki hem kendi akrabasından hem başkalarından hak arasın. Onları hakka dâvet etsin. İstibdat kurbanlarının imdadına yetişsin, iyi ve güzel bildiği her şeyi desteklesin.
11. Mutedil mizaçda olmalı ki kendisinden adalet istendiğinde şiddet göstermesin, titizlik ve aksilik etmesin; fakat istibdat ve kötülüğe dâvet edildiği zaman şiddet ve aksilik göstersin.
12. Büyük bir azim ve irade sahibi olmalı ki, zarurî bulduğu şeyleri gerçekleştirmek hususunda cesaret göstersin, korkak ve yahut yumuşak olmasın.4
Dipnotlar:
1- Farabi; el-Medinetü’l-Fazıla, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul-1990, s. 80.
2- Farabi; a.g.e. s. 80.
3- Farabi, a.g.e. s. 85.
4- Farabi, a.g.e. s.87-88.
|
HALİL ELİTOK /Emekli İl Müftüs
20.03.2009
|
|
Herkese ve her şeye rağmen
Ahlâkın menşei, tegayyür, inkılap ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için verilen, had konmamış kuvvelerin ifrat, tefrit ve vasatta kullanılmasıdır. Bu üçünün vasat hâlinin mezcinden de adalet ortaya çıkmaktadır.
İmam-ı Gazali’ye göre, muâmelattaki ve siyasetteki adalet, nefsin ahlâkına bağlıdır. Yani insanlar nefislerinde ne derece adaletli iseler, siyaset ve muâmelatta da o derece adaletli olurlar. Demek adaleti; nefiste, siyasette ve muâmelatta olmak üzere üç sahada kurmak lâzımdır.
Sağlam bilgi ve inanç sahibi insandan müsbet eğilimler ve davranışlar beklenir. İnsan sürekli bir denge halinde, kendine hakim olma süreci içerisindedir. Sınır konmamış kuvveleri dengeye çekecek şüphesiz aklın marifetle beslenmesi, kalbin selimiyetinin bozulmaması ve nefsin terbiyesiyle olacaktır. Bu değerlerle donanan bir insan, müsbet hareket eder ve müsbet hareket edenlerin oluşturduğu topluma da fazilet toplumu denir.
Hikmet, şecaat ve iffetin mezcinden adalet oluşur. Fakat adaletin sınırı aşıldığında ya zulüm olur, ya haysiyetsizlik. Haysiyetsizlik, adaletin noksan olmasıdır. Kendisine karşı yapılan zulüm, işkence ve hakaretleri kabul etmesidir.
İşte bu noktadan yola çıkıldığında mahallî seçimlerin yaklaştığı bu günlerde siyasî parti liderleri hadleri aşan sözler sarf etmektedirler. Denge hâlini muhafaza edemeyen parti liderleri aslında şu mesajı vermektedirler: ‘Gerek şahsî hayatımda ve gerekse ictimaî hayatta vasat halini muhafaza edemiyorum. Bu yüzden kendimi ve partimi yüceltirken başkalarını alçaltmayı doğru buluyorum. Bütün bunlar benim ahlâkî anlayışımın dışa vuran tezahürleridir’ demektedirler.
Bir vatandaş olarak bizler başlarımızdaki insanları böyle görmek istemiyoruz. Gerçi bu bana, ‘Nasılsanız, öyle idare edilirsiniz’ hadi- s-i şerifini hatırlatıyor. Bu, durumu daha da vahimleştiriyor. Çünkü ahlâk-ı rezilenin doğduğu yer ‘yalan’dır. Bu gün siyaset yalana o kadar revaç vermiş ki, yalan söylediğini bile bile, vatandaş parti liderlerini alkışlamaktadır. Bu da toplum olarak hiç iyi bir gidişatta olmadığımızı gösterir.
Bir sosyolog değilim ama, toplumun içinde bulunduğu durumu siyasî parti liderlerinin söylemlerinden okuyabilmekteyim.
Bir başka okuduğum manzara ise, geçen haftalarda vizyona giren ‘Recep İvedik’ ismidir. Büyük alış veriş merkezlerindeki sinemaların hemen hepsinde oynatılan bu film, bir o kadar da seyredilme rekoru kırmış. Kendim gitmiş ve seyretmiş değilim. Fakat duyduğum ve okuduğum kadarıyla müstehcenlikle dolu bir filmmiş.
Bir arkadaş toplantısında konuşurken, psikolog arkadaşım, bu müstehcenliğin bu kadar çok ilgi görmesini, toplumun, bastırdığı duygularının bir dışa vurumu olarak değerlendirdi. Bu mesele bu kadar basit olmamalıdır. Çünkü insan dediğimiz varlıkta, bastırılmış duygular bulunabilir. İnsan zıtlıkların bir araya geldiği câmî bir varlıktır. Onun kalp dairesinde yan yana şeytan ve melek alıcıları beraberdir. Yapısında şeytan tarafından da melek tarafından da kullanılmaya müsait zayıf damarları mevcuttur.
Fakat mahiyetinin bu şekilde olması, onun duygularını terbiye edemeyeceği anlamına gelmez. Bizi yaratan, bizi en iyi bilendir. Bu yüzden insanın zayıf damar ve duygularını eğitmek için, şeriatleri, dinleri ve peygamberleri göndermiştir. Yani bir mü’min bazı olumsuz duygular taşıyabilir, fakat bunları terbiye etmesini de bilir. Bu yüzden bastırılmış duyguların bir dışa vurumu olarak görülen bu seviyesiz filmlerle oyalanmak yerine, bu duyguları tedavi etmeye uğraşır. Bu, aklıma hemen ‘Uhuvvet Risâlesi’ni getirmektedir. ‘İçindeki adavete adavet et’ düsturundan yola çıkacak olursak, içimizdeki yanlış duyguları eğitmek gerekir. Yoksa bu yanlışı başka bir yanlışla tatmin etmeye kalkmak, daha büyük yanlışlıklarla karşılaşmaya sebep olacaktır.
Çocuğunun elinden tutarak bu filmlere götüren anne babaların veya okullarındaki öğrencilerini götüren eğitimcilerin ne yaptığının farkına varması gerekir. Böyle mi yetişecek bu nesil? Kahkahaların maskesi altında veya arkasında; hüzünlü yüzler, asabi ve hasta ruhlar, her geçen gün artmakta. Eyvah demeden, düşünen, üreten, inançlı, müsbet hareket eden bir toplum yetiştirmek gerekir.
Herkese rağmen, her şeye rağmen bundan başka rol yoktur.
|
YASEMİN YAŞAR
20.03.2009
|