Âhirzamanın dehşetinin girdabındayız. Hakikatlerin ters yüz edildiği, gerçeklerin fasid ellerde boşluğa savrulduğu, hakikatlerin değil sahte yönlendirilmelerin revaç bulduğu, anlaşılması zor anları yaşıyoruz.
Toplum mühendislerinin çizdiği, maksatlı, kırılgan ve günübirlik plân ve dehşetli oyunların, hileli tuzakların merkezinde, maalesef, dünyanın her yerinde olduğu gibi ülkemizde de inananlar var. Dünyadaki elli yedi İslâm ülkesi üzerinde oynanan dessas oyunlar... Akıl tutulmasını netice veren manipülasyonlar... Kitleleri “taraftarlık” illetine saplandırma çaba ve gayretinin hepsinin bir tek amacı var: Safi zihinleri idlâl, akılları ifsat, vicdanları bozmak!
“Propaganda” fesat maşası, “reklâm” ifsat âleti olmuş... “Tebliğ” gibi İlâhî bir aracı Müslüman kitlenin elinden kendi çekim sahasına aldı ve bunu da devam ettirmek istiyor.
Bu fesat ve fitne cazibesinin kapsama alanı ve odak noktası, hep “Müslüman kitle” oldu. Masumların pak, sade, saf zihinlerini bozabilecek bütün teknolojik imkânlar ve ayak oyunları, bu sahaya seferber edildi ve kullanıldı, kullanılmaya devam ediliyor. Modernite adı altında Müslüman kitlenin giyiminden yiyeceğine kadar günlük hayattaki her şeyine müdahale eden bu defolu ve sapkın zihniyet, maalesef zaman ve zeminin tesiriyle kendine yakın “konu mankenlerini” de bulmada pek zorlanmadı. Bu durumda kudsî değerlerin ölçüsü mihverinden kaydırılmaya çalışılıyor. Dâvâ adamlığı yerine “piyasa mankeni” olma vetiresi devam ettiriliyor. Fesad harekâtının mimarları tarafından “şekilde kalan bir Müslüman ve dâvâ adamı” profili piyasaya sürülmeye çalışılıyor.
“Ergenekon Dosyası”yla çok net olarak ortaya çıkan, uzaktan kumandalı “kitleleri harekete geçirme, tahrip, isyan çıkarma” plânını ibretle takip ediyoruz. Bu gibi oyunları her zaman ilk önce seslendiren, ortaya çıkaran ve zamanında bozan bir “Yeni Asya” patenti ve istikamet meş’âlesinin altında olan kitleyiz biz!
Geçmişte olduğu gibi şimdi de bu kitle içerisinde masum ve temiz insanları, bilhassa “siyaset” konusunda sarsmaya çalışan sinsî bir plân icraya konulmaya çalışılıyor. Bu konuda da ellerinden geleni hiçbir zaman arkaya koymadılar ve koymuyorlar, koymayacaklar da! Bu sinsî plânın sinir uçlarını her zaman iyi yakalayan Yeni Asya gibi bir dünya patenti var elimizde Elhamdülillâh! Bu plânın en tesirli sahası da “siyaset alanı” olduğu için oradan sızma harekâtı yapılmaya çalışılıyor. Eğer bu karanlık zihniyete karşı durmak ve savrulmamak istiyorsak, Külliyatın tamamındaki “siyasî ve ictimâî konuları” fert ve camia olarak yeniden ele alıp sadece ve sadece mukaddes İslâm dâvâsının anlaşılması adına ciddî şekilde okumamız lâzım. Yoksa bu fesat mangaları, bize başka şeyler “okuturlar!” Bu sahada bizde bir kafa karışıklığı olmaması, şahsî temayülleri öne çıkarmamak, ilkeli yaşamayı devam ettirmek ve de topluma paratonerlik ve rehberlik yapabilmek için her zamankinden daha fazla bu iş bize düşüyor.
Son bir ayda siyasî havanın da ısınmasıyla bazı yerlerde kasden dillendirilen ve bütün yurt sathına da bile bile yayılmaya çalışılan “Oyları bölmeyelim, halkçı ve ırkçıların ekmeğine yağ sürmeyelim, oyumuz boşa gitmesin” şeklindeki masumiyet perdesinin altında umumî meşveret kararı olarak arkasında durmamız lâzım gelen “Demokrat misyon tercihimizi” sulandırmaya çalışan bir oyun var. Bu oyun yıllardan beri kasten devam ettirilen ve Türkiye’yi “iki kutuplu” fasit bir daireye hapsetmeye çalışan plânın parçası. Çok masum ve makul de bir görüntüsü var tabiî. Ama bir Nur Talebesi basiretli ve ferasetlidir. Her konuştuğu ve ortaya koyduğu fikri, Risâle-i Nur’un prensiplerinden, Üstadının tatbikatından ve bağlı olduğu meşveret kararından çıkarır, uygulamaya çalışır. Bu istekler bu düsturlara uygunsa ne âlâ. Aksi takdirde, olay ve şahısların zorlaması ve yönlendirmesiyle meydana getirilmeye çalışılan sun’î ve zorlama tevillerle ve de şahsî, hissî yorumlarla bir çıkış ve fetva aranması masumiyetle karşılanmayacak kadar dehşet verici olur.
Risâle-i Nur Talebeliğinin vazgeçilmez şart ve rükünlerinden olan “sadakat, metanet, istikamet, her türlü hadise karşısında sarsılmamak” düsturlarında sehven de olsa vereceğimiz en ufak bir taviz ve küçük bir hata bile, bize tahmin edemeyeceğimiz savrulmalar yaşatabilir. Bundan dâvâmız namına titrememiz ve ürpermemiz gerekir.
Şimdiye kadar hiç kimsenin tesirinde kalmayan ve hiçbir dünyevî hadiseye âlet olmayan kudsî dâvâmızın paklık, saflık ve semâvîliğini dünyevî cam parçası hükmünde olan işlere âlet etme lüksümüz ve umursamazlığımız katiyen olamaz, olmamalı.
“Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın” ikazının ne kadar önemli, yerinde ve hâlâ geçerliliğini koruduğunu ve dünya durdukça koruyacağını hiçbir zaman akıldan uzak tutmamalıyız.
Siyaset ve politikayı “araç” değil de, “inanç” olarak algılayanların–bilmeyerek de olsa—dümen suyuna girmek ne ülkeye, ne de dâvâmıza şimdiye kadar zarardan başka bir şey getirmedi, getirmez.
“Çoğunluk psikolojisi”, maalesef insanımızı oldukça etkiliyor. Malûm medyanın kasıtlı yönlendirmesi, ölçüsü olmayan Müslümanların kitle psikolojisi yönünde belli bir siyasî akıma meyletmeleri, tamamen bizim arzu ve isteğimiz dışında tercih ettiğimiz misyonda meydana gelen tahrip edici ve kabullenilmesi zor hareket ve kırılmalar, maalesef bazen bizleri de siyasî noktada tereddütlere atabiliyor.
“Risâle okumalarımız” da azalınca, “sokak, medya, kitle” üçgeninde bize “üflenenlerin” tesirinde kalabiliyoruz. Bunun neticesinde de bazılarımızın ciddî bir şekilde kafası karışabiliyor. İşte bu nokta, durup düşünmenin ve çözüm aramanın özüdür. Çünkü bizim elimizde bulunan ölçüler günlere, zamanlara, şahıslara, olaylara karşı değişkenlik arz eden düstur ve prensipler değil. Aksine, Elhamdülillâh her zaman ve zeminde geçer akçedirler.
Biz kırk yıldan beri Yeni Asya gazetesi ve cemaati olarak “başarıya” endeksli bir hizmet üzerine hareket etmedik. Bu düsturu da Kur’ân’dan hüküm çıkaran Üstadımızdan aldık. Onun içindir ki, “başarıya ve netice almaya” yönelik–siyasî tercih dâhil—hiçbir tercih bize rehber ve yol gösterici olamaz. Biz üzerimize düşen vazifeyi yapar ve kudsî kaynaktan aldığımız değerlerimize sahip çıkıp onlardan asla taviz vermeyiz. Neticesini de Allah’tan bekleriz. Şu ana kadar tatbikatımız da hep bu istikamette olmuştur.
Âfâk bizi bozmasın ve boğmasın. Cenâb-ı Hak istikametten, sadakatten ve ihlâstan ayırmasın.
20.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|