Bilhassa "mahallî seçim" zamanlarında okuyucularımız tarafından en çok yöneltilen sorulardan biri de şudur: "Bizim genel siyasî duruşumuz bellidir. Ahrar–Demokrat çizginin doğruluğundan bir şüphemiz yok. Ayrıca, 'Demokrat Nur Talebesi' olmakla da iftihar ediyoruz. Ancak, mahallimizdeki Demokrat Partinin belediye başkan adayı zayıf görünüyor. Kazanma şansı yok gibi. Bu durumda ne yapmamız lâzım? CHP'li adayın kazanmaması için, onun karşısındaki en güçlü aday hangi partiden olursa olsun, onu desteklemek gerekmez mi? Ne dersiniz?"
Benzeri mülâhazalar, genel seçim dönemlerinde de öne çıkıyor: "Aman oylar dağılmasın ki, Halkçılar kazanmasın. Aman oylarımızı en büyük partiye verelim ki, CHP iktidara gelmesin."
Şüphesiz ki, bu mülâhazanın dayandığı gerekçe önemlidir. Asla küçümsemiyoruz. Ayrıca, Lâhikalar'da da önemle nazara verilen bu gerekçe, Üstad Bediüzzaman tarafından şu mânâda ifade edilmiştir: "Komünistliği, dinsizliği ve ifsat komitelerini terviç eden Halk Partisine karşı, Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur'ân menfaatine kendimizi mecbur biliyoruz. Bunu da, Demokratlardan bir hayır beklemek değil, belki dehşetli cereyanlara siyasetlerince muarız oldukları için yapıyoruz." (Emirdağ Lâhikası, s. 424)
Demek ki neymiş? Demokratlar, siyasî meslekleri icabı muzır cereyanlara karşı oldukları için, onlara destek veriliyor.
Yirmi yedi sene müddetle tek başına iktidarda olan ve totaliter bir dikta rejimi ile ülkenin mukadderatına hükmeden Halk Partisini milletin hür iradesiyle iktidardan uzaklaştırmak, şüphesiz ki fevkalâde mühim bir hizmettir. Üstelik, bu hizmet Demokrat Parti marifetiyle yapılmış ve öyle de yapılması istenmiş; yani, böylesi bir hizmet, Risâleler'de bir başka partiden istenmemiş ve beklenmemiş. Bu işi Demokratlar yapar ve yapabilir denilmiş.
Ancak, buna rağmen, Üstad Bediüzzaman'ın siyaset âlemiyle yakından alâkadar oluşunun en öncelikli sebebi ve en mühim gerekçesi başkadır: Dini siyasete âlet etmemek ve ettirmemek...
Yanlış anlaşılmasın. "Halkçıları iktidara getirtmemek ve Demokratları iktidar mevkiinde muhafaza etmek", asla ve kat'a küçümsenecek hususlar değil.
Sadece diyoruz ki, bunlar ikinci ve üçüncü derecedeki gerekçeler olabilir.
Birinci ve en mühim gerekçe, umumun mal–ı mukaddesi olan din–i İslâmın siyasete âlet edilmemesine ve ettirilmemesine çalışmaktır. Zira, en büyük mefasit, en azim tehlike, en büyük vebâl, dinin dünyaya ve siyasete âlet edilmesidir.
İşte, Üstad Bediüzzaman'ın da "Şimdi mecburiyetle bakmaya lüzum var" diyerek hatırlatmış olduğu en büyük vazifesi, bu mefasidi def'etmek ve bu büyük tehlikeyi bertarar etmeye çalışmatır.
Nitekim, hem 1909'da, hem de 1949'da aynı endişe ile hareket geçmiş ve eski İttihad–ı Muhammedi ile şimdiki İttihad–ı İslâm'dan olan kardeşlerinin yanlış bir yola sapmaması için, siyasete bakmaya ve yakından alâkadar olmaya mecbur kalmıştır. (Bkz: 1909'la irtibatlı Divân–ı Harb–i Örfî'deki "Yedinci Cinayet" ile Tarihçe–i Hayat isimli eserin—1949'da vuku bulan—Afyon hapsiyle ilgili 490. sayfasına.)
Bu genel ölçüleri hülâsaten hatırlattıktan sonra, gelelim "mahallî siyaset" meselesine...
* * *
Hemen ifade edelim ki, Nur Külliyatının hiçbir yerinde "mahallî siyaset" adına ayrı ve farklı mânâda herhangi bir ölçü veya kritere rastlamış değiliz. Gördüğümüz ve anladığımız kadarıyla, ölçü ve prensiplerin tamamı "genel siyaset" çerçevesinde nazara verilmiştir.
Dolayısıyla, Nur Talebeleri için iki ayrı siyaset telâkkisi ve ölçüsü söz konusu değildir. Bu da demektir ki, genel siyaset için ihdas edilen ölçü ve prensipler, mahallî siyaset için de aynen geçerlidir.
Ayrıca, hükümetlerin veya belediyelerin ifâ etmiş oldukları yol, su, elektrik işleri, kaldırım işleri gibi hizmetler, Nur Talebeleri için birer tercih kriteri değildir. Bunlar halkın ve avamın tercihini etkileyen faktörlerdir.
Kaldı ki, hükümet ve belediyeler, bu gibi hizmetleri zaten yapmakla mükelleftir. Bunları yaparken de, kendi ceplerinden bir harcama yapmıyorlar, babalarının mirasından harcamıyorlar. Halk, bu gibi hizmetleri kim daha iyi yapıyorsa, onu destekler, onu tercih eder. Bizim tercih kriterlerimiz ise, bu gibi şeyler değil.
* * *
Öte yandan, Halkçıların tehlikesi karşısında "oyların bölünmesi endişesi"ni en ziyade yaşayanların başında Nur Talebeleri geliyor. Onların dışındaki siyasiler, cereyanlar, cemaatler ve grupların hemen hiçbiri, oyların bölünmesi endişesini yaşamış değil. Acı gerçeğin 60 senedir bu merkezde olduğunu yakinen müşahade ediyoruz.
1948'de kurulan ve 1950 seçimlerine vargücüyle asılan Millet Partisinin kadroları ve fikir babaları, bütün kuvvetiyle Demokratlara yüklenmişler. DP ile CHP'yi bir tutmuşlar, al birini vur ötekine demişler, hatta zaman zaman "DP, Halk Partisinden daha zararlıdır" demişlerdir. (Bkz: Haftalık Sebilürreşad mecmuasının 1948–1953 yıllarında çıkan 1–150. sayıları.)
Emin olun, aynı düşünce ve zihniyetin sahipleri Erbakan'lı siyasetin bütün zamanlarında aynısını yaptıkları gibi, aynı Millet Partisinin ana damarlarından beslenen MHP, ANAP ve AKP'deki siyasetçiler ve fikrî müdafileri de bugüne kadar hep aynısını yapageldiler. Elinsaf yahu! Ömrü billah bölünme endişesini taşımayanlar hakkında, böylesi bir endişeyi taşımak doğru olur mu? Buna hiç lâyık olurlar mı?
Halkçılar ise, Üstad Bediüzzaman'ın da ifade ettiği gibi, bu asil millet onları hiçbir zaman tek başına iktidara getirmez.
Kaldı ki, vaktiyle komünizm tehlikesini içinde barındıran bu partinin bel kemiği, 1977 ve '79 seçimlerinde kırıldı. Nur Talebeleri sayesinde o zulûmat dağtıldı. Bir daha eski kuvvetini kazanması imkânsız hale geldi. Oy nisbeti yüzde 40'ların üzerinden yüzde 20'lerin altına indi.
Esasen, bu realiteyi fark eden derin odaklar, 1980 darbesini yaptıktan sonra, Kemalizmi CHP'nin omuzlarından alarak dinde hassas, muhakemesi zayıf dindar siyasetçilerin sırtına yükledi.
Özde ve misyonda Ahrar–Demokrat olmayan bu dindar siyasetçiler, el'an CHP'den daha fazla Atatürkçü olduklarını hemen her vesileyle, üstelik en yüksek perdeden ilân edip duruyorlar. Başbakan dahil, yardımcılarından Başmüzakereci Egemen Bağış ile yakın zamanda CHP'den AKP'ye geçen Adana milletvekili Atilla Başoğlu da, en Atartürkçü partinin kendi partileri olduğunu kamuoyuna deklare ettiler de, buna içeriden olsun bir tek itiraz vuku bulmadı.
Hasılı: İsteriz ki, herkes kendisi olsun, kendine yakışanı yapsın; siyaset sanatı da, takiyyelerle değil, temelde var olan ölçü, kıstas, misyon ve temayüllere dayalı cenahlarda icra edilsin. Yani, hatlar değişmesin, yollar başkalaşmasın; misyon ile vizyonlar karıştırılmak sûretiyle, sâfi zihinler bulandırılmasın...
19.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|