ABD’nin eski başkanı George Bush’a Bağdat’taki basın toplantısı sırasında ayakkabı fırlatan Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi 3 yıl hapis cezasına mahkûm edildi. Ağabey Uday el Zeydi duruşmadan sonra yaptığı açıklamada, mahkemenin âdil ve dürüst olmadığını, adalete güvenlerini yitirdiklerini, kararın önceden hazırlanmış olduğunu düşündüklerini söyledi.1
Hepimiz, bilhassa Arap âlemi, Zeydi’yi alkışladı, hatta onu millî kahraman ilân etti. Aslında bu, basit bir tepki olarak görülebilir. Ancak, nice olumlu olayları tetiklediğini kestiremeyiz. 3 yıl hapis cezası bunu göstermiyor mu?
Evet, her şeyin bir bedeli vardır. Bediüzzaman, insanın, tabiatı itibariyle medenî olduğundan, hem kendi hakkını, hem de başkalarının hakkını aramakla mükellef olduğunu belirtir Münâzarât isimli eserinde. Bediüzzaman’ın, fikirlerini pervasızca söylemesi, o günün idârecilerini telâşa düşürtür. Tımarhâne ve hapishaneye gönderilerek bir bedel öder! Fizan, Trablus veya Taif’e sürgün edilmesi tekliflerine beş para kıymet vermez, bedel ödemeye devam eder. Nihayet tımarhanede tutamazlar, o zamanın Emniyet Genel Müdürü Şefik Paşa:
“Padişah sana selâm etmiş, bin kuruş da maaş bağlamış, memleketine döndüğünde o maaşı 30 lira yapacak. Ve bu seksen altını da ihsan-ı şahâne olarak sana göndermiş.”
“Maaş dilencisi değilim; bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim. Hem de bu suspayı rüşvetidir.”
“İrade reddolunmaz.”
“Reddediyorum, tâ ki Padişah darılsın, beni çağırsın, ben de doğrusunu söyleyeyim.”
“Neticesi vahimdir.”
“Neticesi deniz olsa, geniş bir kabirdir. İdam olunsam, bir milletin kalbinde yatacağım; ne ederseniz ediniz. Ben maaşın kabulünden mazurum.”
“Senin istediğin eğitim meselesi, Bakanlar Kurulunda görüşülmektedir.”
“Maârifi tehir, maaşı tacil etmeniz acaba ne kaide iledir? Neden menfaat-ı şahsiyemi, menfaat-ı umûmiye-i millete tercih ediyorsunuz?”
Şefik Paşa’nın hiddeti üzerine, Bediüzzaman sözlerini şöyle sürdürür:
“Hürriyet-i mutlakanın meydanı olan Anadolu’nun dağlarında büyümüşüm, bana hiddet fayda vermez. Nafile yorulmayınız…”2
O, en zor şartlarda bile Asr-ı Saadet İslâmını, Sünnet-i Seniyye’yi bizzat yaşayarak günümüz insanına fiilen rehber olmuştur. Ömrünün ilk devresini ilmî sohbetlerde, münâzarâlarda, harp meydanlarında; son 35 senesini hapis-nezaret, sürgün ve işkence altında geçirir. 23 Mart 1960’ta, Ramazan’ın 25’inde, saat 03:00 sularında Hakka yürüdüğünde dünyevî serveti iki kalem, kırık bir gözlük, seccade, yatak, çay takımını taşıdığı sepeti idi. “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyen Bediüzzaman, bütün imkânsızlıklara rağmen ömrünü ilim, imân yolunda harcamış; başta Müslüman olarak ferdin, âilenin, toplumun ve insanlığın bütün hastalıklarını teşhis etmiş; çareler üretmiştir. Kur’ân’dan sonra en çok okunan, en çok satılan eserin adı Risâle-i Nur olmasının sebebi, onun ödediği bu bedellerdir. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan ve demokratlar, Kur’ân ve ezana hizmet etmenin bedelini ödediler…
Bugünkü siyasetçiler bedel mi ödüyor, parsa mı topluyor? “Bedel ödemeye hazır değiliz!” diyen iktidardakilere bir bakın, ne ile meşguller?
Dipnotlar: 1- Bağdat / aa 13.03.2009.; 2- İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi, 44.
20.03.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|