Türkiye birbirinden beslenen siyasî polemiklerle, bir yıl içinde milyonlarca seçmen sayısının artmasının ardından “TC kimlik numarası” sürprizi tartışmalarıyla ilginç bir yerel seçime gidiyor.
Siyasî yasaklar başlamadan Başbakan, TOKİ evlerinden bir kısmı eski raylı yeni “hızlı tren”e, birkaç kilometrelik metrodan birbuçuk kilometrelik tünellere kadar resmî törenlerinin tamamını medyatik şovlarla icra etti.
Ekonomik krize karşı etkisiz “önlem paketleri”nin ardından demokratikleşmede de gözboyama oyalayıcı paketlerle geçiştirilmekte. Büyük iddialarla ortaya atılan ve demokratikleşmenin temelini teşkil eden “yeni anayasa” paketinden “dört maddelik” sığ değişikliklerle iktifa edilmekte. Gerçek şu ki AKP siyasî iktidarı özellikle “kapatma dâvâsı”yla alınan “kapatmama kararı”yla demokrasi ve özgürlüklere âdeta kendini kapattı. Daha baştan Başbakan, “mevcut durum içinde hareket edecekleri”ni söyleyip “siyasî teslimiyet belgesi”ni imzaladı.
Her fırsatta 28 Şubat “postmodern darbe süreci”ndeki antidemokratik dayatmaları ve özellikle “irtica tehdidi” uydurmasıyla başta dinî özgürlükler olmak üzere hak ve hürriyetlerin önüne konulan engelleri öne çıkaran şartları kullanan iktidar partisi yönetimi, geçmişini reddetmekle yetinmedi. Yalnız “gömlek değiştirdikleri” söylemleriyle siyasî mazilerini toptan silmekle kalmadı. Önce “değişimi” reddiyeye dönüştürdü; sonra 28 Şubat konjonktürünü kullanıp yine 28 Şubat’la simgelenen demokrasi dışılığa teslim oldu…
Daha kuruluş safhasında “Başörtüsü Türkiye’de kadınların meselesi değil”le başlayan, kimi mahfillere şirin gözükme adına “Kocatepe Camii ile Anıtkabir’i yanyana” koyup değişim siyasetlerinin simgesi olarak lanse eden demeçler bunun ifâdesi.
Keza bugünün Adalet Bakanı’nın Başbakan Yardımcısı iken “Başörtüsü Türkiye’nin ancak yüzde birbuçuğun problemi” demesi, parti yöneticilerinin “yasal yasak var” gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nin Anayasasa’ya aykırı yasadışı yasağa sığınarak seçimlerde başörtülü aday kabul edilmemesi, seçilen başörtülü belediye meclis üyelerinin bizzat iktidar partisine mensup başkanlar tarafından kapı dışarı edilmesi, “teslimiyet” örneklerinden birkaçı.
3 Kasım 2002 seçimlerinde 28 Şubat siyasî aktörleriyle beraber Meclis’teki diğer partileri, 28 Şubat’ın en baş mağduru DYP’yi cezalandıran halk, “hiçbir partinin devamı olmamakla ve sıfır kilometre” olmakla ortaya atılan AKP’yi, yüzde 35 oyla Meclis’in üçte ikisini dolduracak ve Anayasayı değiştirecek –yüzde 65’e tekabül eden- güçte iktidara getirdi. Ardından 22 Temmuz 2007 seçimlerinde başta ihtilâl Anayasası olmak üzere 12 Eylül ve 28 Şubat’tan kalma darbelerin izini silmek, darbe yasalarını ve yasaklarını ortadan kaldırmak için daha da güç verip yüzde 47 ile yeniden iktidar yaptı. AKP’nin en çok şikâyet ettiği ve her defasında mâzeret olarak gösterilen Cumhurbaşkanlığını verdi.
Bu sürede, başta “dindar Cumhurbaşkanı” propagandası olmak üzere başörtüsü ve diğer demokratikleşme ve özgürlükleri mâlum medyanın asimetrik yayınlarıyla alabildiğine seçim propagandasında malzeme yapan AKP, ne yazık ki sâyesinde iktidara geldiği, getirildiği olumsuzluklara karşı kayıtsız kaldı.
Başbakan’ın önerdiği “anayasa değişiklği”nde sâdece “siyasî parti kapatılmasının zorlaştırılması” ve “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı” var. “Fikirlerin kapatılması”ndan, kişilerin inanç ve kanaatlerini ifâde etmesini “suç” sayan yasaları düzeltmek, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasayı aşarak yasadışı başörtüsü yasağının dayatılmasını önüne geçmek için hiçbir tedbir ve çalışma yok.
Görünen o ki “Ergenekon soruşturması” çerçevesinde bir gazetecinin notlarında geçen ve dönemin bir kuvvet komutanına atfedilen, “Şimdi 28 Şubat benzeri durum da zor. Artık tecrübe kazandılar, ama yapılacak şu, korkutup yerlerinde tutmak, kendi hedefleri bakımından bir şey yapamayacakları bir yerde tutmak. Biz bunu yapmaya çalışacağız” taktiği adım adım işliyor. “Kapatmama davası”ndan sonra AKP siyasî iktidarının etrafına çember çekip bir nev'î kuşatılmışlık içinde kendi kendini kelepçelemesi bunu açıkça ele veriyor.
Oysa demokrasinin katledildiği ve hukukun askıya alındığı 12 Eylül ihtilâl konseyi”nece çıkarılan ve 28 Şubat ara rejiminde dayatılan bütün yasalar ve uygulamalar duruyor.
Geçen süre içinde çeşitli iktidarlar döneminde ceza yasasını değiştirilmesine, özellikle inanç ve ifâde özgürlüğüne dair Meclis’te çıkarılan onca düzenlemeye, TBMM tarafından çıkarılan yaklaşık üçbin beşyüz yasa ve Anayasa değişikliğine rağmen, hâlâ düşünceyi ifâdeyi “suç” sayan, inanç ve ibadet hürriyetini kısıtlayan uygulamalar sürüyor. Göz göre göre Anayasa’ya ve yasalara aykırı olarak yasadışı başörtüsü yasağı dayatılıyor,
Darbeleri kollayan, darbecileri her türlü kara ve tasarruflarından haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiasının ileri sürülemeyeceği ve herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı Anayasa’nın “geçici 15. maddesi” 29 yıldır yürürlükte. 27. Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül darbelerinde “Türkiye Cumhuriyetini korumak” perdesinde gerekçe gösterilen TSK İç Hizmet Kanunu 35. maddesi kaldırılmış değil.
12 Eylül darbesi lideri Kenan Evren ve “Konsey üyesi arkadaşları” hakkında iddianâme hazırladığı için garip bir biçimde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca mesleğinden atılan, ancak AİHM’in haklı bulduğu savcı Sacit Kayasu’nun tesbitiyle, darbeye teşebbüs edenlerin bile yargılandığı bir ülkede, darbecilerin yargılanmaması, dahası bunun engellenmesi büyük bir hukuk ayıbı olarak hâlâ duruyor.
Ne var ki AKP bundan böyle yüzde 70 oy da alsa yapacağı bir şey olmadığını âdeta ikrarında. Şimdiye kadar yapmadığını, yapamadığını, yapamayacağını deklâre ediyor.
Bundandır ki yüzde kaç oy aldığının hiçbir önemi kalmıyor…
21.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|