Uzaktan tanıdığım ve sevdiğim insanlarla bir gün yüz yüze görüşeceğime hep inanmışımdır. Çünkü dünyada olmasa da, ahirette gerçekleşeceğine peygamberî müjdeler vardır. Arapçası “El mer’u mea men ehabbe” olan hadis-i şerif o kadar müjdeli, o kadar tatlıdır ki, Türkçe mânâsını bilmeyen bile bundan haz alır, sımsıcak bir iklim ruh âlemini kuşatır. Evet, “Dost dostuyla (Cennette) beraber olacaktır” kudsî müjdesi gibi, “Kişi sevdiğiyle beraberdir” sözü de o şanlı Nebî’ye ait olduğuna göre, bunda zerre kadar şüpheye düşmek gaflet olur, hata olur. Biz, farzları eda edip, haramlardan sakınıp ve Sünnet-i Seniyeyi rehber edinerek demeliyiz ki: “Ya Resûlallah, biz seni çok seviyoruz. Ebedî hayatta seninle ve seni sevenlerle beraber olmamız için şefaatini bizden esirgeme!.”
Sevgili Mehmed Emin Ay da; ilim, irfan ve fazilet timsali şahsiyetiyle beraber bir Hak ve Peygamber aşığıdır. Sevenlerinin çoğu, onu görmeden, onu tanımadan önce onun güzel sesine aşina oldular. Onun na’tlarını, kasidelerini dinlediler, onun tilâvetiyle, nidalarıyla ve hazin yakarışlarıyla coştular. Onu yakînen tanıyan yakınları, akrabaları, (benim gibi) hemşehrileri, dostları ve meslektaşları; onun şöhrete erişmiş yönleriyle, kendi şahsiyeti, karakteri, ahlâkı ve yaşayışı arasında bir çelişki, bir uyumsuzluk bulamadılar.
Allah vergisi olan güzel sesiyle, aziz babasından tevarüs eden güzel kıraati ve tilâvetiyle, imanlı ruhları coşturan hazin yakarışlarıyla o; gönüllere taht kurarak tanındı, tanındıkça tevazuyla eğildi. Büyük Üstâdın, “Şöhret ayn-ı riyâdır ve kalbi öldüren zehirli baldır” sözü, ona da rehber oldu. Ama ihlâsına ve İlâhî ihsanlarına zarar gelmesin diye köşe bucak kaçtığı şöhret, yakasını bırakmadı. Lâkin sevgili dostum artık korkmasın. Bu haklı şöhret ona, anasının ak sütü ve aziz babasından kendisine miras kalan güzellikler ve özellikler gibi helâldir. Allah için ben de bunun şâhidiyim. Evet, 22 Mart 2009 Pazar günü Avusturya’nın Wels şehrinde onun şöhretinin temizliğine ve meşruluğuna bizzat şahit oldum. İnsanların övgü ve teveccühlerinin, onun ilmî, edebî ve manevî birikimine ve ihlâsına zarar veremediğine şahit oldum. Bir günlük beraberliğimde, onunla hasbihal ederek, aynı safta namaza durarak, kıraat ve tilâvetini dinleyerek, sahnedeki duruşunu ve eserlerini izleyerek şahit oldum.
Onun, mihrabda ve safta Hakkın huzurunda, dünyayı arkasına atarak eriştiği engin ruh halini; sahnede yüzü dünyaya ve dünyalılara dönük iken de koruyabildiğine hüsn-ü zan ettim. Takdimci, onun tarihçe-i hayatını övgülerle takdim ederken, siz Prof. Dr. Mehmed Emin Ay’ın, oturduğu koltukta nasıl büzüldüğünü görmeliydiniz. Bir an; İstiklâl Marşının Büyük Millet Meclisinde dört defa okunarak ayakta alkışlarla kabulü sırasında Meclisi terk eden Mehmed Âkif Ersoy’u hatırladım. Fakat bu sevgili Mehmed’imin, Âkif gibi kaçacak yeri de yoktu. Üstelik, huzurda övüldüğü sahneye çıkması gerekiyordu. Çünkü o sahnenin dâvetlisi olarak orada bulunuyordu. Ve inanın, ona duâ ettim. Ve inanın, az sonra sahnede gördüğüm zat, sanki az önce övgülerle yere göğe sığdırılmayan kişi değildi. Sahnede Necid Çöllerinden Medine’ye slaytını izlerken bile, onu, imanlı yüreklere kor gibi düşen bu şiiri sadece seslendiren olarak değil; slaytta canlandırılan Peygamber âşığı Sudanlı olarak görür gibiydim. Sanki, Necid Çöllerinden Peygamber sevdasıyla yanıp tutuşarak Medine yollarına düşen, sevgili dostumun ta kendisiydi. Övüldüğü alanlara girmedi bile.. Çünkü o da biliyordu ki, ona nasip olan bu temiz şöhret, tilâvet ettiği Kur’ân-ı Azimüşşana ve âşığı olduğu Peygamber-i Zîşana aittir. Çünkü o da biliyordu ki, “Lezzetli üzüm salkımlarına has vasıflar, kuru çubuğunda aranılmaz.” Yine o da biliyordu ki, “İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir.” Ve yine o biliyordu ki, her kimden her kime karşı yapılan bütün övgüler gerçek sahibini bulur. “Essebebu kel fail- sebep olan yapan gibidir” kaidesine göre bütün övgüler (sebeb-i mahlûkat olan) Resulullaha (asm) ve “İleyhi yes’adul kelimüt-tayyib-Bütün güzel sözler O’na yükselir” âyetine göre Cenâb-ı Hakka ulaşır.
Bir slaytın hazırlayıcısı olarak, torun Aziz Hasan Ay ismini görünce, merhum dedeyi, yani Hâfız Aziz Ay Hocamı rahmetle andım. Çocukluğumda ben de ondan, yani M. Emin Beyin babasından teberrüken tecvid dersi almıştım. Merhum Aziz Hocamla bu yakın ilgimi oğluna aktarmak da, Van’da değil, Wels’te nasip olacakmış.
Sahneye ilk çıkışında Kur’ân-ı Kerim tilâvetiyle salonu huşu ve huzura gark etti. İkinci çıkışında, hazin yakarışıyla Mehmed Âkif’in Çanakkale Şehitlerini seslendirirken, Çanakkale’deydi, Bedir’deydi. Bizi de oralara götürdü. “Bedrin arslanları ancak, bu kadar şanlı idi” mısraındaki vurgusuna dikkat ettim. Öteden beri önem verdiğim ince ayrıntının doğruluğunu onun da onaylamasına sevindim. Yani vurgusuyla, Bedrin Arslanlarının şanını, Çanakkale’de aramadı. Çanakkale’nin şanını Bedir’de aradı ve ancak orada buldu. Üçüncü çıkışında, Çanakkale şehitlerini anlatırken, hem kendisi, hem de biz gözyaşlarımıza hâkim olamadık. Sunumu ise, tam anlamıyla, “ağyarını mani, efradını cami” oldu. Yani Çanakkale ruhuna ait olanları dahil etti, ait olmayanları ayıkladı.
O sunumdan sadece bir anekdot aktarayım. Düşmanlara ait, “irresistible-karşı konulamaz” ve “inflexible-eğilmez” adlarını verdikleri gemilerin doksan saniye içinde kudret-i İlâhî ile batırılmaları, Çanakkale’de mânâya karşı maddenin mağlûbiyetinin bir başka delilidir.
Muhakkak ki, bu hayırlı ve nurlu hizmete sebep olma noktasında ATİB Wels Derneği yöneticileri, vaiz, imam ve hatipleri ve Yunus Emre Camii cemaati hissesiz kalmayacaklardır. İşte onlara bir daimî duâ da benden ki, yıllardır Van’da bile ancak uzaktan takip ettiğim, yanına yanaşma fırsatı bulamadığım, hemşehrim ve sevgili dostum Mehmed Emin Bey’le Wels’te, yani yıllardır ikamet ettiğim yerde, evimin bir sokak ötesinde kucaklaşıp hasbihal etmeme sebep oldular. Ahh, ne ki, program harici olur diye, onu evime dâvet edemedim.
Welsli kahramanlar, daha birçok hayırlara vesile olduklarını düşünüp Allah’a şükretsinler. Çocukluk çağlarından çıkmaya meyletmiş taze ve şirin gençlerimizin o sahnede Yasin-i Şerifi kıraat etmeleri, İstiklâl Marşımızın on kıtasını seslendirmeleri, sahnemizi mübarek kılan sebepler arasındaydı. Bir an oldu ki, o sahnede, nefsî, hissî ve resmî mülâhaza ve müdahalelerin, İlâhî bir istihale cihazında temizlendiği inancına sahip oldum.
Ve son olarak bir endisemi, sevgili dostuma buradan ileteyim. Bir gün Mehmed Emin Ay isminin siyaset sahnesinde anılması ihtimalinden bile, onun adına korkarım..
26.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|