‘Kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil’ - 3 -
1970 yılında Necmettin Erbakan tarafından “Millî Nizam Partisi” kuruldu. Kuruluşunda Nakşibendi Tarikatı İskender Paşa Dergâhı fiilî ve aktif olarak yer aldı. Çok partili siyasî hayatımızda, siyasal İslâmı temsil eden, ciddîye alınacak ilk parti bu partidir. MNP, müstakil bir İslâmî siyaset çizgisi takip ederek, çeşitli isimler altında günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.
Kuruluşundan on dört ay gibi kısa bir süre sonra 12 Mart idaresinin Millî Nizam Partisi’ni kapatması üzerine Millî Selamet Partisi adıyla, 12 Eylül 1980 İhtilâlinde bütün partilerle birlikte MSP’nin de kapatılması üzerine bu sefer 1983 yılında kurulan Refah Partisi olarak yoluna devam etti. RP ve daha sonra yerine kurulan Fazilet Partisi de kapatılınca günümüzde faaliyetini sürdürmekte olan Saadet Partisi kuruldu. Bu çizgide faaliyet gösteren partiler, dönemin şartlarına göre seviyesi ve tonu değişmekle beraber İslâmî sembolleri ve tâbirleri yoğun ve tesirli bir tarzda kullandılar. Sistemle girilen mücadelede, sistemin zorlayıcı tedbirleri ve değişen dünya şartlarının tesiriyle zaman içinde kendisini değiştirse de esas karakterini hep muhafaza etti.
Bu çizgideki partilerden MSP, 1974 tarihinde CHP ile koalisyon kurarak iktidarla tanıştı, fakat bu kısa iktidar ortaklığı partiye halk nezdinde önemli bir prestij kaybettirdi. 1977 seçimlerinde milletvekili sayısı yarıya düştü. Refah Partisi ise 1995 seçimlerinde % 21.4 oyla 158 milletvekili çıkardı ve birinci parti durumuna geldi. Bu sefer büyük ortak olarak DYP ile koalisyon hükümeti kurdu ve Erbakan başbakan oldu. Ancak bu sefer de, Erbakan’ın takip ettiği iç ve dış siyaset ile hükümetin icraatları bahane edilerek başlatılan 28 Şubat Süreci yaşandı. Takip eden günlerde önce RP, sonra yerine kurulan Fazilet Partisi kapatıldı. Bu arada partide ortaya çıkan Yenilikçi-Gelenekçi rekabeti bu çizgideki ilk çatlağı meydana getirdi ve bölünmeyle neticelendi. Bu partilerden AKP, 2002 seçimlerini kazanarak İktidara giderken Saadet Parti’si % 2,4 oyla meclis dışında kaldı. 2007’de de aynı oy yüzdesinde kalarak bir varlık gösteremedi.
Bediüzzaman’ın “…terbiye-i İslâmiyenin zedelenmesiyle ve şimdiki siyasetin cinayetine karşı dini siyasete âlet etmeye mecbur olacağından, şimdilik o parti başa geçmemek lâzımdır” şeklindeki değerlendirmesinin hikmeti, ancak hem milletin, hem de o çizgide faaliyetini sürdüren partilerin bizzat kendilerinin ağır bedeller ödemesinden sonra anlaşılmış oldu. Bu arada takriben 25 senelik bir zaman kaybı, dinî cemaatlar arası ortaya çıkan ihtilâflar, lâik hassasiyetlerin tahriki, toplumda giderek artan lâik-dinci bölünmesi bu hareketin kâr-zarar muhasebesinde hesaba katılması gereken ana kalemler. Bu siyasî çizginin ortaya çıkardığı neticeler içinde ülke demokrasisi bakımından üzerinde pek de durulmayan, fakat belki de en önemlilerinden biri; Kemalist-resmî ideolojiyi teyakkuza sevkederek kendisini yeniden üretmesine ve idâmesine imkân vermiş olmasıdır.
Bu arada siyasal İslâm’ın taşıyıcı kadrolarının düşünce dünyalarının şekillenmesinde, o çevrelerde bir dönem çok rağbet gören Mevdudi, Seyyid Kutup, Gülbeddin Hikmetyar, Ayetullah Humeyni ve Ali Şeriati’nin eserlerinin tesirleri ayrıca ele alınmalıdır.
Halk Partisi
Lâhikada ikinci olarak Halk Partisi ele alınmıştır. Halk Partisi’nin tek parti dönemindeki tatbikatını, Bediüzzaman eserlerinde; “istibdâd-ı mutlaka cumhuriyet nâmı vermek, irtidâd-ı mutlakı rejim altına almak, sefâhet-i mutlaka medeniyet ismi vermek, cebr-i keyfî-i küfrîye kanun ismini takmak” şeklinde tarif etmiştir. Bediüzzaman’a göre Halk Partisi’nin din karşısındaki tavrı; “dinsizliği mutaassıbâne kendine bir din ittihaz etmek tarzında”dır.
Yirmi sekiz senelik bütün menfi tatbikatına rağmen, hâlâ Demokratlara karşı bir cihette galip hükmünde olmasını, o partinin “acîb ve zevkli bir rüşvet-i umumiyi” memurlara vermiş olmasına, günümüz tâbiriyle tesis ettiği “bürokratik despotizm”e bağlar. Hakikatte bir hizmetkârlık olan memuriyeti, millete karşı bir tahakküm vasıtasına çevirmiş olduğunu ifade eder. “Memuriyet, emirlik; reislik değil, millete hizmetkârlıktır” mânâsındaki hadîs-i şerifi nazara vererek, Demokratları bu hususta îkaz eder.
Bir başka mektubunda Halk Partisi ile “İttihatçıların bozuk kısmının” icraatları arasında münasebet kurarak; “bu asîl Türk milleti ihtiyârıyla o partiyi katiyen iktidara getirmeyecek. Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır” ifadeleriyle Halk Partisi’ne temel yaklaşımını ortaya koymuştur.
Halk Partisinin kurulduğu günden bugüne kadar olan çizgisi ve misyonu her kesim tarafından bilinip, kabul edildiğinden bu konuda fazla kalem oynatmak lüzumsuzdur.
Millet Partisi
Emirdağ-II lâhikaları arasında yer alan bir mektupta şu ifadelere yer verilmiştir: “Eşref Edip kırk seneden beri îmân hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makàle yazan ve şimdi vefât eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakîki İslâmiyet mücâhidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir. Ben vefât etsem de, Eşref Edip Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum… Sebilürreşad, Doğu gibi mücâhidler îmân hakîkatlerini ehl-i dalâletin tecâvüzâtından muhâfazaya çalıştıkları için, ruh u cânımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyâset noktasında değil.”
Mektupta bahsedilen Sebilürreşad ve Büyük Doğu dergileri, neşredildikleri dönemde özellikle muhafazakâr kesimler tarafından takip edilen iki önemli dergidir. Bu iki dergide işlenen fikirlerin ve takınılan siyasî tavırların daha sonraki dönemlerde de tesirlerini görmek mümkündür.
Bunlardan Necip Fazıl Kısakürek tarafından çıkarılan Büyük Doğu Dergisi 1943 yılında yayın hayatına başlamış ve 1975 yılına kadar fasılalarla neşredilmiştir. DP’ye doğrudan destek vermese de CHP’ye karşı sert bir muhalefet yürütmüştür. Katı bir Batılılaşma ve Komünizm düşmanıdır. Yahudiliğe ve masonlara karşı da aynı sert tavrı takınır. Necip Fazıl’ın İslâmî düşüncesinin şekillenmesi ve bunun siyaset alanına tatbikinde, 40’lı yıllarda intisab ettiği şeyhi Abdülhakim Arvasi’nin belirleyici bir tesiri vardır. Sonraki yıllarda İslâmî siyaset çizgisinde kullanılan bazı önemli temel fikirler ilk olarak Necip Fazıl tarafından ifade edilmiştir. 1970 yılında kurulan Millî Nizam Partisi’nde Erbakan kadar önemli bir isimdir. MSP içinde de oldukça aktiftir. Daha sonra bu çizgiden ayrılarak MHP saflarında faal bir mücadeleye girişir. MHP mitinglerine konuşmacı olarak iştirak eder. MHP’yi destekleyen muhafazakâr isimler arasında Abdülhakim Arvasi’nin akrabalarından olan S. Ahmed Arvasi de dikkatleri çeker. Türk-İslâm ülküsü kavramını ilk defa kullanan Arvasi’nin, MHP gençliği üzerinde önemli tesirleri olur.
Bediüzzaman’ın, kendisi hakkında gâyet senâkâr ifadeler kullandığı Eşref Edip (Fergan) ise hukuk doktoru ve hafız-ı Kur’ân’dır. Bediüzzaman’ın Mütareke dönemi yıllarında İstanbul’dan arkadaşıdır. İstanbul’un işgal altında olduğu yıllarda İngilizlere karşı neşredilen “Hutuvat-ı Sitte” isimli eserin tab’ında ve gizlice dağıtılmasında Bediüzzaman’a yardımcı olmuştur. Bediüzzaman’ın hayatını da kaleme alan Eşref Edip’le aralarında bu derece derin bir hukuk ve muhabbet bulunmaktadır. Buna mukabil “onlarla dostuz ve kardeşiz, fakat siyaset noktasında değil” ifadesi dikkat çekicidir. Özellikle Sebillürreşad Dergisinin o yıllardaki siyasî tavrı 1970 sonrasındaki muhafazakâr kesimlerin siyasî tavırlarını anlamak bakımından aydınlatıcı olacağından Millet Partisi bahsi, Sebilürreşad’ın takip ettiği siyaset ile birlikte tahlil edilecektir. Derginin yayın politikasının belirlenmesinde Eşref Edip’le birlikte Cevat Rifat Atilhan, M. Raif Ogan ve Hasan Basri Çantay da etkilidir.
Millet Partisi 20 Temmuz 1948’de, Demokrat Parti’den ayrılan ve ihraç edilen milletvekilleri tarafından kuruldu. Genel başkanlığına Hikmet Bayur, fahri başkanlığına da Mareşal Fevzi Çakmak getirildi. Kurucuları arasında, Kenan Öner, Osman Nuri Köni, Enis Akaygen, Osman Bölükbaşı ve Sadık Aldoğan gibi dönemin tanınmış simaları vardı. Genellikle muhafazakâr fikirleriyle tanınan bu milletvekilleri, DP lideri Celal Bayar ile İnönü arasında gizli bir anlaşma olduğunu iddia ediyorlar ve DP’nin CHP’ye karşı kasıtlı olarak tesirsiz bir muhalefet sürdürdüğünü söylüyorlardı. Dindarlığıyla tanınan Mareşal’in fahri başkan olması muhafazakârları MP’ye çekmişti.
Sebilürreşad, MP’nin kurulduğunu Mareşal’in neşrettiği beyannâme ile duyurur. Çakmak, partisinin; “ahlâkın hâkimiyeti, aile ve din müesseselerinin yükseltilmesi, milletin dilediği lisanla ibadet etmesi, İslâm cemaati teşkili, din derslerinin geniş sûrette kabulü” şeklindeki görüşlerini ifade eder. Milliyetçilik partinin ana prensiplerinden biridir. Sebilürreşad, Millet Partisi’ne sık sık yer vermeye başlar. CHP ile birlikte DP’ye de muhalif bir yayın politikası izler. DP’nin laiklik anlayışının CHP’den daha tehlikeli olduğunu belirtir.
Haziran 1949’da 163. maddenin yasalaşmasında DP milletvekillerinin CHP ile birlikte hareket etmesi üzerine DP’ye karşı muhalefetini sertleştirir. DP ile CHP’nin aynı hamurdan olduğu ifade edilir. Seçimlere doğru; DP başarılı olursa CHP’nin dağılacağı, DP’nin CHP’nin vazifesini göreceği iddiâ edilir. Diğer taraftan, Millet Partisi’nin din ve vicdan hürriyetine daha fazla önem verdiği vurgulanır.
Seçimlere bir ay kala Mareşal Fevzi Çakmak’ın vefatı parti için büyük bir kan kaybı olur. Seçimlerde Millet Partisi bir varlık gösteremez ve % 3 oy yüzdesi ile ancak Osman Bölükbaşı milletvekili seçilebilmiştir. DP % 54 oy ve 408 milletvekili ile iktidara gelmiş, CHP ise % 40 oy ile 69 milletvekili çıkarabilmiştir.
Seçimlerden bir müddet sonra Sebilürreşad’da Demokrat Parti’ye karşı bir yumuşama başlar. Özellikle ezanın tekrar Arapça okunmasına müsaade edilmesi takdir ve sevinçle karşılanır. 1951 yılının başında Menderesin DP İzmir İl kongresinde; “Türkiye devleti Müslümandır ve Müslüman kalacaktır. Müslümanlığın icaplarını yerine getirecektir” şeklindeki konuşması Menderes’e karşı Sebilürreşad’ın yazarlarında muhabbeti daha da arttırır.
Ekim 1952’de derginin öndegelen yazarlarından Cevat Rifat Atilhan yukarıda bahsettiğimiz “İslâm Demokrat Partisi”ni kurar. Daha önce Eşref Edip tarafından “İslâm Demokratlar Cephesi” konusu gündeme taşınarak işlenilmiş, meclisdeki bütün dindar milletvekillerine, parti farkı gözetmeksizin bu isim altında ittifak etmeleri tavsiye edilmiştir. İslâm Demokrat Partisi, DP’ye bir türlü ısınamayan Sebilürreşad kadrosunun müşterek bir kararı mıdır, yoksa Atilhan’ın münferid bir teşebbüsü müdür bilemiyoruz. Bu arada Cevat Rifat Atilhan’ın, Yahudilik, Siyonizm ve masonluk konusundaki tahşidâtı ve bu alanda meydana getirdiği onlarca eser, kendinden sonraki kuşakları önemli derecede etkilemiştir. Bu fikir; milliyetçi, siyasal İslâm ve muhafazakâr kadroların her üçünde de kalın çizgilerle beliren müşterek bir çizgidir. Şahiner’in “Son Şahitler” isimli çalışmasının altıncı cildinde, Atilhan’ın 1952 yılında İstanbul’da Akşehir Palas Otelinde kalan Bediüzzaman’ı ziyareti anlatılır. 1912 yılında Harbiye’den mezun olan Atilhan, Balkan Harbi ve Birinci Dünya Savaşında önemli kahramanlıklar gösterir. Kurtuluş harbinde milis generali olarak görev yapan Atilhan’ın bu kahramanlıklarını bilen Bediüzzaman, onu çok sıcak karşılar, yaptığı hizmetleri takdir eder. Bu ziyarette Bediüzzaman Atilhan’a: “Bu fesad cemiyeti hakkında yazdıkların kâfîdir. Bunlarla alâkalı olarak daha fazla yazmamak lâzımdır. Daha fazla bunlardan bahsetmek, kendilerinin propagandası hükmünde olur” tavsiyesinde bulunur.
22 Kasım 1952’de Vatan Gazetesi Başyazarı Ahmet Emin Yalman, Hüseyin Üzmez tarafından Malatya’da vurularak ağır yaralanır. Bunun üzerine basında yoğun bir irtica kampanyası başlatılır. DP’nin siyasetinde ciddî bir kırılma yaşanır. Açılan dâvâlar sonucunda Büyük Doğu Dergisi ve İslâm Demokrat Partisi kapatılır. Lâiklik ve Kemalizm konularındaki beyânâtı sebebiyle Samsun milletvekili Hasan Fehmi Ustaoğlu partiden ihraç edilir. Necip Fazıl Kısakürek tevkif edilir. Bediüzzaman ve talebeleri hakkında dâvâ açılır. DP, CHP’ye yaklaşır. Bu hâdiseler Emirdağ-II lâhikalarında “başvekile ve dindar mebuslara verilmek üzere yazdırılmış bir hakikattir” ifadeleriyle başlayan bir lâhikada değerlendirilerek Menderes ve bazı milletvekilleri ikaz edilir.
Bütün bu gelişmeler üzerine Sebilürreşad’da DP ciddî bir şekilde muaheze edilerek “Menderes ve partisi bir masaldan ibaret olduğu” kanaatine varılır. Bundan sonra uzun bir süre siyasetten bahsedilmez. 1954’te seçimler yapıldığı halde Sebilürreşad’da hiç yer almaz. DP ve Menderes uzun bir süre adeta ademe mahkûm edilir. DP’ye takınılan bu menfi tavır, doksanlı yıllara kadar milliyetçi ve İslâm siyaseti takip eden bütün kadrolarda ciddî bir şekilde kendini gösterecektir.
Bu arada 1953’te, Millet Partisi’nden Hikmet Bayur liderliğindeki bir grup kopar. MP’den ayrılan bu grup lâik-Kemalist bir gruptur. Muhafazakârlar partiye tamamen hakim olmuşlardır. Parti 1954 tarihinde mahkeme kararıyla kapatılır. CHP kendisinden beklenmeyen bir tavırla, Millet Partisi’nin kapatılmasını hürriyetlere aykırı bularak bunu DP aleyhinde kullanır. Bu olay DP ile CHP’yi tekrar birbirinden uzaklaştırır. CHP Kemalist inkılâplara aykırı olan bir partinin kapatılmasını tenkid ediyordu. Bir yandan kapatılan MP’nin oylarına talip oluyor, diğer yandan Demokratları kendisi gibi hatta daha şiddetli bir din muhalifi parti olarak göstermeye gayret ediyordu.
—DEVAM EDECEK—
|