Akif, İstanbul’da doğmuş olsa da batıdan, Kosova’dan gelen bir aileye mensuptur. Bediüzzaman da doğuda, Bitlis’te doğmuştur… Coğrafî olarak farklı oldukları gibi neslen de farklıdırlar, fakat ikisi bir bütünün parçasıdır; parçalanışı durdurmak, ümmeti bir arada tutabilmek, İslâm milletinin imanının selâmette kalması için çabalayan iki ayrı parça…
Dağılan medeniyeti ayakta tutabilmek, çöküşü engelleyebilmek, maddî ve manevî felâketlere göğüs gerebilmek için, biri nazımla konuşmuş, diğeri nesirle; konuşmamış, asr-ı hazıra bağırmışlar, şiir şiir, satır satır…
Şiir doğuda, ilim batıda daha çok yer etmesine mukabil onlar, doğunun en doğusu, batının en batısı, doğu ve batının mezcolduğu şehir, İstanbul’da bir araya gelmiş, Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de buluşmuşlar. Devletin kalbinde, milletin kalp hastalığı için müşterek çalışmışlar…
Şiddetli fırtınaların, dehşetli kasırgaların estiği, Kur’ân etrafındaki surların yıkıldığı hengâmede, bedenen bir arada olmamışlarsa da, fikren ve kalben aynı istikamette çalışmış, nazarları Kur’ân’a çevirmiş, idrakleri Kur’ân ilhamıyla doldurma gayreti içinde olmuşlar… Satılmamış, satın alınamamış, kendi özyurtlarında garip kalmış, sürgünlerde süründürülmüşlerse de, asla yıkılmamış, asla ümitsizliğe düşmemişler… Sıra dağlar gibi iman, geniş ovalar gibi teslimiyet, onları hep fazilet zirvelerinde tutmuş, bencillik çukurlarına düşürmemiş, denî dünya ayaklarının yukarısına çıkamamış…
İstiklâl Marşının kabulü törenine ödünç palto ile giden ve para ödülünü kabul etmeyen Akif, yüksek bir feragat örneği gösterir. Tıpkı milletvekilliğini, maaşları, makamlar, yalıları kabul etmeyen Bediüzzaman gibi…
Mehmet Akif her ne kadar birinci mecliste bulunmuşsa da ikincisinde yoktur, Mısır’da sürgündür, Kur’ân’la meşgul olur; yirmi sekiz yıl kendi vatanında sürgün yaşayan Bediüzzaman da Kur’ân tefsiriyle…
Bugünler, o günlerin feragatiyle ayakta. Yarınlarda daha dik, daha yükseklerde olunmak isteniyorsa, feragat mirası ve mesleğinden ayrılmamakla olacaktır… Âsım’ın nesline, Bediüzzaman’ın nesl-i cedidine düşen vazife, yeryüzünde Kur’ânî bir medeniyet kurmak, doğuya batıya, kıt'alara örnek olacak bir İslâmî yaşantı sergilemek, yerin her yerini sulh-u umumiye çevirmektir… Yol belli, yaran da belli:
“Doğrudan doğruya Kur’ ân’dan alıp ilhamı
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı”
24.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|