Esselâmü Aleyküm ve rahmetullahi yâ eyyühe’l-Üstad.
Kırk dokuz yıldan beri aramızda cismin yok; fakat ismin gönlümüzde, nûrun rûhumuzda, aydınlığın kalbimizde. İsmin deniz aşırı, dağlar aşırı ülkelerde bir aydınlık tûfanı gibi insanları inkârdan çıkarıp alıyor, kalpleri vesveselerden kurtarıp temizliyor, gönülleri evhamlardan söküp arındırıyor, insanlığa büyük insanlık hakikatını gösteriyor, insanlığa bin dört yüz küsur sene önce âhir zaman Peygamberinin (asm) çizdiği o saadet ufkunu sislerden arındırıp yeniden sunuyor bu gün.
Dünyamız her ne kadar fitne ve çekişmelerden, ateş ve oyunlardan, fesat ve istibdatlardan ve küçük menfaat ilişkilerinden bir türlü yakasını kurtaramıyorsa da; Kur’ân’ın nûru dünyayı kendi rengine boyamak üzere Üstadım.
Sen, o çile dolu günlerinde; “Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkıtâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile bizi temâşâ eden Said’ler, Hamza’lar, Ömer’ler, Osman’lar, Tâhir’ler, Yûsuf’lar, Ahmed’ler, vesâireler! Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, “Sadakte” deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun! Şu muâsırlarım, varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizin ile konuşuyorum. Ne yapayım; acele ettim, kışta geldim. Sizler Cennet-asâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mâzi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız. O bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kal’anın başına takınız. Kapıcıya tembih edeceğiz. Bizi çağırınız. Mezarımızdan, “Henîen leküm” (Sizlere tebrikler!) sadâsını işiteceksiniz.” 1 demiştin ya...
“Ümitvar olunuz. Şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sadâ İslâmiyetin sadâsı olacaktır.”2 demiştin ya...
Kötümser Rus polisine; “Asya’da, Âlem-i İslâm’da üç nur, birbiri arkası sıra inkişafa başlıyor. Sizde birbiri üstünde üç zulmet inkişafa başlayacaktır. Şu perde-i müstebidâne yırtılacak, takallüs edecek, ben de gelip burada medresemi yapacağım.”3 demiştin ya...
“Eğer biz, doğru İslâmiyet’i ve İslâmiyet’e lâyık doğruluğu ve istikâmeti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklar.”4 demiştin ya...
“İstikbal, yalnız ve yalnız İslâmiyet’in olacak. Ve hâkim, hakâik-i Kur’âniye ve îmâniye olacak.”5 demiştin ya...
“Eğer biz, ahlâk-ı İslâmiye’nin ve hakâik-i imâniyenin kemâlâtını ef’âlimizle izhar etsek, sair dinlerin tâbileri elbette cemaatlerle İslâmiyete girecekler; belki Küre-i Arz’ın bazı kıt’aları ve devletleri de İslâmiyet’e dehâlet edecekler”6 demiştin ya...
“Akıl ve ilim ve fen hükmettiği istikbalde, elbette bürhan-ı akliye istinad eden ve bütün hükümlerini akla tesbit ettiren Kur’ân hükmedecek”7 demiştin ya...
“Avrupa ve Amerika İslâmiyet’le hamiledir. Günün birinde bir İslâmî devlet doğuracak. Nasıl ki, Osmanlılar Avrupa ile hamile olup bir Avrupa devleti doğurdu”8 demiştin ve Allah’ın rahmetinden ve âhir zaman Peygamberinin (asm) feyzinden aldığın Risâle-i Nur’la bu yüksek haberlerin olgunlaşması ve ulvî müjdelerin gerçekleşmesi için çağa uygun bir çığır açarak İslâmiyet’i asrın insafına, Kur’ân’ı asrın idrakine, imanı çağın irfanına sunmuştun ya...
Üstadım, bütün o müjdelerinin birer birer ortaya çıkışına şahit olmak ve ufukta ışıklarını görmek mümkün bu gün. Üstadım, sen aydınlığı çile ile ektin. Nuru çile ile himâye ettin. Nur tayfını çile ile muhafaza ettin ve istikbale tuttun. Seni, çağındakiler anlamadı. Oysa sen, anlaşılır bir şefkatle bütün cihanı kucaklamıştın. Onlar seni kuş uçmaz, kervan geçmez bir köye ve nihayet dört duvar arasına tutsak etmekle meşgul oldular. Senin, çile ile ektiğin tohumlar filizlendi Üstadım. Yaktığın meşale dünyayı kuşattı bu gün. Verdiğin müjdelerin bir bir gerçekleştiği bu günlerde, Cennet-asâ günlere doğru hızla adım atışımızın yakıcı sancılarını çekmekteyiz. Sancının dayanılmaz acısı, müjdenin gerçekleşeceği günün yakınlığına ve büyüklüğüne işâret, değil mi?
Her ne kadar günahımız çok, cinayetimiz hadsiz, idraksizliğimiz dayanılmaz, anlayışsızlığımız çılgın, insaf-sızlığımız hortlak ve isyanımız hâlâ yeryüzünün taşıyamadığı bir yük ise de, yine de artık İslâmiyet’e saygımızı inkâr edememekteyiz, Kur’ân’a teslimiyetimizi yok sayamamaktayız, mukaddes değerlere bağlılığımızı gün geçtikçe biraz daha güçlüce hissedebilmekteyiz. Müjdelediğin biçimde, medenî dünyada İslâmiyet çığ gibi büyümekte, Kur’ân güneş gibi yayılmakta, iman ve Tevhid hakikatleri dalga dalga genişlemekte.
Üstadım; günahkâr asrımızın böylesine doyulmaz hidâyet fırtınasına sahne oluşunda senin gösterdiğin yüksek hamiyet, hiç şüphesiz, Hazret-i Muhammed’in (asm) çağlar ötesi yüce tasarrufundan ve Cenâb-ı Erham’ür-Râhimîn’in yüksek rahmetinden ve ulvî şefkatinden başka bir şey değildir.
Aramızdan ayrılışının bu 49. yılında ey Üstadım, zat-ı âlinize sayısız selâm, rahmet, minnet ve mağfiret; Allah’ın Sevgili Resûlüne (asm) sonsuz salât-ü selâm ve dünyayı îmân nûruna boğan Allah’a hadsiz hamd ü senâlar olsun. Âmîn.
Lügatçe:
1- Münâzarât, s. 39, 40, 2- Sünûhât, s. 47
3- a.g.e., s. 63, 4- MünâSzarât,s. 37
5- Hutbe-i Şâmiye, s. 18, 6- Hutbe-i Şâmiye, s. 20
7- a.g.e., s. 23, 8- a.g.e., s. 27; Tarihçe-i Hayat, s. 46, 82
23.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|