Geçen hafta bu köşede çıkan “Siyaset topuzu ve nur” başlıklı yazıyı teyid makamında, yine risaleden bazı mesajları hatırlatmakta fayda görüyoruz. Bunların iyi bilinmesi ve anlaşılması lâzım ki, hem Nur cemaatinin siyasete ilişkin genel tavrı, gerekçeleriyle birlikte daha iyi idrak edilsin, hem de bu konuda yaşanan derin ve kronikleşen sıkıntıların aşılmasına bu yolla katkıda bulunmuş olalım.
İşte o ölçülerin ifade edildiği pasajlardan biri:
“İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta herşeyin fevkindedir, hiçbir şeye âlet ve tâbi olamaz. Fakat bu zamanda ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında, o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya alet telâkkî etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur’ân-ı Hakîmin hizmeti bize kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.” (Tarihçe-i Hayat, s. 466-7)
Bu mânâyı tamamlayan bir başka iktibas:
“Bu hakaik-ı imaniye-i Kur’âniye, başka cereyanlara, başka kuvvetlere tâbi ve alet edilmemek ve elmas gibi o Kur’ân’ın hakikatlerini, dini dünyaya satan veya alet eden adamların nazarında cam parçalarına indirmemek ve en kudsî ve en büyük vazife olan imanı kurtarmak hizmetini tam yerine getirmek için, Risale-i Nur’un has ve sadık talebeleri, gayet şiddet ve nefretle siyasetten kaçıyorlar.” (a.g.e., s. 468)
Aynı minvalde bir diğer mektuptan cümleler:
“Risale-i Nur ve ondan tam ders alan şakirtleri, değil dünya siyasetlerine, belki bütün dünyaya karşı da Risale-i Nur’u alet edemez. (...)
“Evvelâ: Kur’ân bizi siyasetten men etmiş; tâ ki elmas gibi hakikatleri, ehl-i dünyanın nazarında cam parçalarına inmesin.
“Sâniyen: Şefkat, vicdan, hakikat, bizi siyasetten men ediyor. Çünkü tokada müstehak dinsiz münafıklar onda iki ise, onlarla müteallik yedi-sekiz masum biçare, çoluk, çocuk, zaif, hasta ve ihtiyarlar var. Belâ ve musibet gelse, o masumlar o belâya düşecekler; belki o iki münafık dinsiz, daha az zarar görecek. Onun için, siyaset yoluyla, idare ve asayişi ihlâl tarzında, neticenin husulü de meşkûk olduğu halde, girmekten, Risale-i Nur’un mahiyetindeki şefkat, merhamet, hak ve hakikat, şakirtlerini men ediyor.
“Sâlisen: Bu vatan, bu millet ve bu vatandaki ehl-i hükümet, ne şekilde olursa olsun, Risale-i Nur’a eşedd-i ihtiyaçla muhtaçtırlar. Değil korkmak veyahut adavet etmek, en dinsizleri de onun dindarâne, hakperestâne düsturlarına taraftar olmak gerektir...” (a.g.e., s. 483-4)
Bu derslerin gereği olarak Nur talebelerinin hassasiyetle kaçındıkları ve uzak durdukları siyaset, devlet ve iktidarı ele geçirip yönetime hakim olmak anlamında. Tek parti diktasının ülkede hükümferma olduğu dönemde verilen bu dersler, o zaman mevcut idareyi değiştirmenin tek yolu gibi görünen “isyan”a, bilhassa masumların mağduriyetine yol açacağı için, şefkat, merhamet, vicdan prensiplerinin gereği olarak kapıyı tamamen kapatırken, bilâhare açılacak olan “barışçı yollarla iktidar yarışı”nda en önemli faktörün propaganda olduğunu ve siyasî propagandanın iman hakikatlerini tebliğ vazifesiyle bağdaşmadığını hatırlatarak, o cenahtan da siyasetle doğrudan iştigale cevaz vermiyor.
Ama çok partili demokraside bu tavrın pasif ve depolitize bir duruşu netice vermesine müsaade etmiyor. Dindarların din adına siyaset yapmasına karşı çıkarken, DP tercihine işaret etmek suretiyle, siyasetin demokratlar eliyle dine hizmet etmesini sağlayacak olan formülü sunuyor.
“Sakın, sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın” (Kastamonu Lâhikası, s. 164) tavsiyesi ise, bütün bunların üzerinde, “Gelip geçici siyaset rüzgârlarına kapılıp, kardeşlik hukukunu zedeleyici davranışlara girmeyin” ikazıyla, yukarıdaki dersleri tamamlıyor.
22.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|