Vazifemizi yapar netice-i İlâhiyeye karışmayız
İ
nançla sıfat, her zaman paralellik göstermek durumunda değildir. San'at ise, mahiyet itibariyle iman ve inançtan bağımsız bulunabilecek, gelişebilecek Allah vergisi bir istidattır.
Yani bir Müslümanın dinin uygun bulmadığı sıfatları bulunabilir. Bu durum onun Müslüman olmasına engel değildir. Ancak aynı kişinin imanı ve Müslim olması, söz konusu sıfatının da “Müslümanca bir sıfat” olmasını sağlamaz, ta ki iradesi ile o sıfatını Kur’ân ve sünnet çerçevesinde terbiye edene kadar. Aynı durum gayr-i Müslimler için de söz konusudur. Bir gayr-i Müslim, sıfatları itibariyle Müslümanca sıfatlara sahip olabilir.
San'atlarda da durum böyledir. Bir gayr-i Müslim Allah vergisi üstün san'at özelliklerine sahip olabilir. Onun gayr-i Müslim olması san'atına etki etmez. O san'atın beğenilmesine ve iktibasına engel teşkil etmez.
Bu durumda bir Müslüman diğer insanlarla, güzel sıfat ve san'atları için dostluklar kurabilir, münasebetler geliştirebilir. Zaten dinin, gayr-i Müslim kadınlarla evlenmeyi yasaklamamış olması bu ölçüye dayanmaktadır.
“Sual: Yahudi ve Nasara ile muhabbetten Kur’ân’da nehiy vardır. Bununla beraber nasıl dost olunuz dersiniz? Cevap: Evvelâ: Delil kat’iyyü’l-metin olduğu gibi, kat’iyyü’d-delâlet olmak gerektir. Hâlbuki tevil ve ihtimalin mecali vardır. Zira nehy-i Kur’ânî âmm değildir, mutlaktır. Mutlak ise, takyit olunabilir. Zaman bir büyük müfessirdir; kaydını izhar etse, itiraz olunmaz. Hem de hüküm müştak üzerine olsa, me’haz-ı iştikakı, illet-i hüküm gösterir. Demek bu nehiy, Yahudi ve Nasara ile Yahudiyet ve Nasraniyet olan aynaları hasebiyledir. Hem de bir adam zatı için sevilmez. Belki muhabbet, sıfat veya san'atı içindir. Öyleyse her bir Müslüman’ın her bir sıfatı Müslüman olması lâzım olmadığı gibi, her bir kâfirin dahi bütün sıfat ve san'atları kâfir olmak lâzım gelmez. Binaenaleyh, Müslüman olan bir sıfatı veya bir san'atı, istihsan etmekle iktibas etmek neden caiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin! …İşte bu dostluk, katiyen nehy-i Kur’ânide dâhil değildir.”56
Sonuç
Meşrûtiyeti Kur’ânî deliller ile meşru kabul eden Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, din adına hürriyet ve meşrûtiyeti, müteradifi olan cumhuriyet ve demokrasiyi müdafaa ederken, kendi ifadesi ile “nam-ı mukaddes-i Şeriatı, meşrûtiyet kuvvetiyle îla’ ve meşrûtiyeti Şeriat kuvvetiyle ibka”57 etmeyi hedeflemiştir.
Bu hedefi bugünkü şartlara uygulayacak olursak, İslâmiyet, demokratik yönetimlerin tatbik edildiği ortamda en yüksek mevkide yerini alacak ve onun yüceliği herkes tarafından kabul edilecektir. Demokrasi de, ancak İslâmiyetin yaşandığı ortamda mükemmelleşecek, kendi istidadında bulunan Kur’ân’ın tarif ve emrettiği hürriyet ortamını sağlamaya, adaleti yerleştirmeye yönelik gelişerek kıyamete kadar devam edecektir.
Üstadımızın Risâle-i Nur’dan çıkardığımız bu esaslara dayalı siyaset mesleğindeki temel unsurları, özet olarak şöyle sıralayabiliriz:
n1. Hürriyetçilik.
n2. İstibdadın, zorbalık ve tahakkümün her çeşidine karşı olmak.
n3. Siyaset üslûbunda muktesit meslek.
n4. Seçime dayalı anayasal, demokratik parlamenter rejime taraftarlık.
n5. Başta din olmak üzere, asgarî müştereklere saygılı, aşırı tarafgirlikten uzak, hakperest particilik.
n6. İşi ehline tevdi eden, siyaseti ve memuriyeti halka hizmet etme fırsatı olarak değerlendiren bir yaklaşım.
n7. Toplumu oluşturan bütün unsurları kucaklayıcı bir siyaset anlayışı.
n8. İlerlemeci, kalkınmacı bir ekonomik görüş sahibi olmak.
n9. Din namına asla siyaset yapılamaz. Din siyasete olduğu kadar ticarete ve başka herhangi bir dünyevî gayeye de alet edilemez. (Euzü billahi mineşşeytani vessiyaseti.)
n10. Siyaset (topuzu) ile tebliğe dayalı imana hizmet edilmez.
n11. “…siyasetçi, ekserce tam muttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar, muttaki olanlar, siyasetçi olmazlar.58
n12. Dini siyasete alet etmeye mecbur olacak bir siyaset ne yapılabilir, ne de desteklenebilir.
n13. “Belki Hıristiyanların hakikî dindar ruhanileriyle dahi, medar-ı ihtilâf noktaları muvakkaten medar-ı münakaşa ve niza etme”yecek bir anlayışla Avrupa Birliği gibi oluşumlara, demokratikleşme namına taraftar olmak.
n14. İman ve Kur’ân hizmetinde siyasetten ve siyasetçilerden bir fayda beklenilmez. Ancak, demokrasi içinde her fikre, inanca tanınan serbestlik kadar, bîtarafâne bir muamele ile dindarlara da ses çıkarılmamasını gerek ve yeter şart olarak görmek.
3. Türkiye’deki temel siyasî yapı
Türkiye’deki siyasî yapı, Üstadımızın belirttiği 4 ana cereyanı temsilen devam etmektedir59:
CHP devlet partisi unvanında ısrar etmektedir. Dine, dindara ve dine ait şeylere bakışında fazla olumlu bir değişim yoktur. Yukarıdaki 8 temel maddenin hiçbirinde Üstadımızın siyaset mesleğine yaklaşamamaktadır bile.
Saadet Partisi, MNP-MSP ve Refah Partisi çizgisinin tam bir devamı olarak söz konusu maddelerin bazılarında mutabık bir görüntü verse de, bilhassa 2, 3, 5, 6, 7, 9, 10, 11, 12, 13 ve 14. maddelerdeki derin görüş farklılıkları ile Üstadımızın siyaset mesleğinden uzaklığını korumaktadır.
MHP ve DTP’nin ırkçı temele dayalı milliyetçilik anlayışları dolayısı ile Üstadımızın siyaset mesleğinden fersah fersah uzak oldukları ortadadır. Ayrıca DTP’nin dine bakışında samimiyet sorunu vardır. CHP’nin bakışını andırmaktadır. Ayrıca ülkenin bütünlüğü ile ilgili çelişkili tutumu dolayısı ile itham altında bulunmakta ve bu tavrı ile MHP’nin siyaset çizgisine meşruiyet zemini oluşturma ittihamı altında bulunmaktadır.
AKP ise malûm “din adına siyaset yapan çizgi”den ayrıldığını iddia ederek kurulan bir partidir. Siyaset yelpazesinde muhafazakâr-demokrat olduğunu söylemektedir.
Bu oluşumun çekirdek yapısı eski Refah Partisi kaynaklıdır. İç ve dış rüzgârların estirdiği hava dolayısıyla geniş kitlelere mal edilerek iktidara gelmesi sağlanmıştır. Siyasî yelpazede demokrat çizginin temsil edilememesi, mutedil oyların AKP’ye yönelmesini sağlamıştır.
Haddizatında “aslını inkâr” anlamındaki manevraları benimsemiş kadroların kurduğu ve yönettiği AKP’den demokrat bir duruş beklemek aşırı iyimserlik olur. Zira “iman derecesi”nde bir tutku ile bağlı oldukları siyasî çizgilerini bir hamlede terk edebilen ve değiştiren kadroların takip ettikleri bu günkü siyaset fırsatçı, ibaheci (hedefe ulaşmak için her yol mubahtır anlayışı) ve takiyeci anlayıştan başka bir yapı doğurmamıştır. Böylece AKP, bilhassa eski Refah Partisini destekleyen ve samimî dindar kitlelerin bir kısmının, sistemi sahiplenen malûm zihniyetin beklediği ve istediği ölçüde dönüşüp dünyevîleşmesine araç olmuştur. Ne yazık ki bir kısım dindar çevreler, “lüks, israf, sefahat” kavramları ile anılır olmuşlardır.
Dindarlığı ve samimîyetini bir türlü ispat edememiş demokratlığı ile milletin büyük ekseriyetinin reyini alan AKP kurmaylarının “referansımız din değildir, bizim başörtüsü gibi bir sorunumuz yoktur” ifadeleri ile demokrasiyle olduğu kadar dindarlıkla da ne kadar bağdaştıkları cevabı verilmesi gereken bir soru olarak durmaktadır.
Bir an için samimî olduklarını kabul etsek dahi–ortaya koydukları uygulamalarla defalarca görüldüğü gibi– dini siyasete alet etmeye mecbur kaldıklarından “her hakkı yapmanın hakları olmadığı”nı kabul edip dine ve dindarlara zarar vermekten vazgeçmeleri, gerçekten samimî iseler “demokrat mânâsı”nda olduklarını kabul ederek “iktidara gelmeye çalışmamaları lâzım geldiği”ni görmeleri, buna uygun davranmaları gerekmez mi?
Bu çerçeveden bakınca ve 6,5 yıllık icraatı masaya yatırıldığında AKP siyasetinin Üstadımızın siyaset mesleğinde tarif ettiği demokrat anlayışla uyuşmadığı açıkça görülmektedir. Yani,
n1. AKP, sadece kendine hürriyetçidir.
n2. AKP, istibdat ve zulme karşı olmayı şarta bağlamıştır: İstibdat ve zulme, kendine uygulandığında ve siyasetine, hesabına gelince karşıdır. Aksi halde sesini çıkarmamakta bir beis görmemektedir.
n3. Siyaset üslûbu kırıcı, yıkıcı, kabadır. Muhalefete tahammülü yoktur.
n4. Seçime, kendini iktidar yapacaksa taraftardır.
n5. AKP’ye göre asgarî müşterekler, kendi tarifi veçhile anlaşıldığı takdirde “müşterek” vasfı kazanabilir. Din ve milliyetçilik konuları da buna dâhildir.
n6. “Bizden olsun da ne olursa olsun” anlayışı, AKP’nin görev tevdiinde sloganı olmuştur. Parti teşkilâtlarınca onaylanmayanların bürokraside görev almaları, ya da ihale kazanmaları çok zordur.
n7. Hedeflediği en yüksek oyu almak için AKP toplumu kamplaştırmaktan çekinmemektedir.
n8. Ekonomik açıdan ilkesiz, ahlâkî değerlerden yoksun bir kapitalist anlayış AKP’nin temel ekonomik tercihidir. Ekonomik büyümeden hâsıl olan gelirin paylaşılmasında da AKP tarafgirdir ve aynı zamanda bu getiriyi, seçim şantajı olarak kullanabilmektedir.
n9. AKP’nin bu maddeyi ihlâl ettiği o kadar açıktır ki bir kısım dindar kitlelerin dünyevileşmesi, dinî hassasiyetlerinin törpülenmesi tam da bu noktadan kaynaklanmaktadır.
n10. 6,5 yıllık AKP iktidarı döneminde dinî özgürlük alanlarında bir iyileşme olmadığı açıktır. Ama dinî değerlerin ve dindarane görüntünün, açıktan olmasa da siyaset sahnesinde etkili kılınma gayretlerinden söz etmemek pek müşküldür.
n11. AKP’nin AB vetiresindeki ikircikli tavrı, artık gün yüzüne çıkmıştır. Süreç gecikmektedir. Hatta durmuştur. İlk iki yıl hariç, AB yolunda AKP, tam tabiri ile “kulağının üzerine yatmıştır.” Her dönemde, farklı bir bahaneye sığınılmaktadır. Şu sıralar seçim bahanesi ileri sürülmektedir. Ancak hem iç kamuoyu, hem de AB durumun farkındadır. AKP, böyle devam ettiği sürece, Türkiye’ye kaybettirdiği altın değerindeki yıllar bir tarafa, kendisini tüketme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Zira Türkiye’nin demokratikleşmesinin, hemen hemen tamamen AB sürecine bağlı olduğu yaşananlarla ortadadır. Demokrasisini vesayetten kurtaramayan bir Türkiye’de ise AKP’nin geleceğinin ANAP’ın sonuna benzemesi şaşırtıcı olmaz.
Bu durumda, ne kadar tersi iddia edilse de, AKP Üstadımızın netleştirdiği demokrat çizgiyi temsil eden bir siyasî yapı olmaktan uzaktır.
4. Nur Talebelerinin
bu seçimdeki tavrı
Bu durumda, her üç fikrin temsilcisi anlamındaki partilerin (SP-AKP, MHP-BBP, CHP) Üstadımızın siyaset mesleği ve “hürriyetçi” tutumuna tekabül etmediği açıktır.
Şu anda mevcut Demokrat Parti, 63 yılı Cumhuriyet döneminde olmak üzere, hemen hemen bir buçuk asırlık demokrat çizginin yegâne temsilcisi olarak siyaset sahnesinde yer almaktadır. Köklü bir demokrat siyaset geleneğine sahip kadroları barındıran bu oluşumun, Üstadımızın işaret ettiği siyasî görüşün karşılığı olduğu ortadadır. Öyleyse bu seçimlerde de DP’nin desteklenmesi ve ona oy verilmesi Nur Talebeliğimizin ve Üstadımızın mesleğine sadakatin gereği olarak düşünülmelidir.
Ayrıca, Meşveretimizin ittifakla aldığı bir karara uymanın da hem emr-i İlâhî, hem de sünnet-i Nebevî olduğu hatırlanmalıdır.
Böylece gelecekte Demokrat misyonun bir ümit halinde siyaset sahnesinde var olarak devam etmesine katkıda bulunmuş ve Üstadımızın mesleğinde “sabitkadem kalma” bahtiyarlığını yaşamış oluruz.
Geçmişte yapılan bazı hataların bedeli olarak baraj altında bulunması, Nur Talebelerinin DP’yi desteklemelerine bir engel teşkil etmemelidir. Zira bu destek herhangi bir menfaat karşılığı, bir beklenti için değil, sadece Üstadımızın siyaset mesleğini takip ve devam ettirme kararlılığının bir göstergesi olarak anlaşılmalıdır.
CHP dâhil, MHP ve DSP de önceki genel seçimlerde baraj altında kalan partilerdi. Onların bu günkü durumları, baraj altında kaldıkları dönemde kimse tarafından tahmin bile edilemezdi. Öyle ise DP için kehanette bulunanların sözlerine itibar edilmemelidir.
Ayrıca şu da hatırlanmalıdır ki, biz, Sultan Harzemşah gibi görevimizi yapmakla mükellefiz. Sonuç odaklı tasavvurlarla tavır ve tarz değiştirmek, Üstadımızın, “hizmet mesleği”nin hiçbir yerinde bulunmamaktadır; zira aksi, ihlâsı zedeleyen bir tutumdur. Sonucu verecek olan Rabbimizdir. Yeter ki bizler hak üzere harekette sebat edebilelim.
—SON—
|