1878’de dünyaya gelen ve 23 Mart 1960 yılında vefat eden Bediüzzaman’ın ilmî ve manevî şahsiyetini ve tecdid ve müceddidlik meselelerini kısaca ele almak istiyoruz…
İnsan aklı/dimağı/beyninin ilim denizinden aldığı bilgi iki türlü: Birisi, çalışma ve gayretle elde edilen kesbi; ötekisi, hibe edilen vehbî. Vehbi, yâni, hibe edilecek ilme liyakat kazanabilmek için de kesbî ilimlerde mesafe kat’etmek gerekir.
İnsan aklı/dimağı/beyninin ilim denizinden aldığı bilgi iki türlü: Birisi, çalışma ve gayretle elde edilen kesbi; ötekisi, hibe edilen vehbî. Vehbi, yâni, hibe edilecek ilme liyakat kazanabilmek için de kesbî ilimlerde mesafe kat’etmek gerekir.
Allah’ın tabiata koyduğu “kevnî/yaratılmış/var edilmiş kanunlar” çerçevesinde çalışarak elde edilebilecek “ilmel-yakîn” (ilim seviyesinde kesin bilgi), “aynel-yakîn” (müşahede-gözlem seviyesinde kesin bilgi), hakkal-yakîn” (tecrübe, kalb-sezgi ve vicdan seviyesinde kesin bilgi) dışında; bâzı mânevî özelliklere haiz özel kişilere, özel olarak hibe edilen ve “ilm-i ledün” denen gizli, hâfî, bâtın, gaybî/metafizik bir bilgi çeşididir bu. Ledün ilminin hakikati, Kehf Sûresinin 60-82. âyetlerinde, Hz. Mûsâ ve Hz. Hızır’ın (as) mâceraları nakledilirken dikkate sunulur. İsmini de 65. âyette geçen “ledün” kelimesinden alır.
1895’te, Van’da, kitap dolu konaklarda kaldığı sıralarda; bu asırda yalnız eski tarzdaki kelâm ilminin (İslâm felsefesinin) İslâm dîni hakkındaki şek ve şüphelerin reddine kâfi olmadığına kanaat hasıl etmiş ve fünûnun (pozitif, fen ilimlerinin) tahsiline lüzûm görmüştür.
Bütün fenleri tetebbua/araştırmaya başlayarak, pek kısa bir zamanda tarih, coğrafya, riyaziyat (mate-matik), jeoloji, fizik, kimya, astronomi, felsefe-gibi ilimlerin esaslarını;1 fen ve felsefeden İslâm’a gelen hücûmlar, def edecek ve modern ilimlerde kendisini kitap yazabilecek ve uzmanlarıyla münâzarâya girebilecek derecede öğrenmeye sevk etti. Okyanuslar gibi fen, sosyal ve mânevî ilmini kendi kendisini araştırarak ve kitapları mütalâa ederek elde eder.
İslâm ilimlerindeki vukufiyeti (derinliği) ise tartışmasızdı. Onun, Osmanlı devleti Şeyhu’l-İslâmlığına bağlı ilmi bir heyet olan Daru’l-Hikmeti’l-İslâmiyye azalığına seçilmesinin sebebini tarihçi İsmail Hakkı; hocası Şeyhü’l-İslâm Sabri Efendi’den, “Hadîs ilminde mahir olduğu için”2 şeklinde nakleder.
Bediüzzaman’ın ilmi hem kesbi, hem de vehbidir. Henüz bülûğ çağına ermeden İslâmî ilimlerde icazet almış; ders ve fetva verecek çapta bütün manevî ilimleri öğrenmişti. Ki, bu hal ona, “zamanın güzeli, çağın eşsizi” anlamına gelen “Bediüzzaman” unvanını verdirdi. 1889’da Siirt, 1894-95’de Mardin ve civarı âlimleriyle münâzarâya tutuşur ve onları mağlûp eder.3
80-90 sene önce haber verilen yüzlerce ilmi, manevî, sosyal, teknik ve teknolojik keşifleri; bir tanesi bile bugünkü keşiflere ters düşmemesi ve Risâle-i Nur’un yazılış tarzı onun ilminin aynı zamanda Vehbi de olduğunu gösterir.
Gerek Osmanlı, gerekse günümüz ilim adamı ve İlahiyatçılardan birkaç kıskancı müstesna onun Kur’ân ilimlerindeki vukufiyetini/derin bilgisini büyük bir hayranlık ve hürmetle te’yid ve tasdik etmişlerdir.
Dipnotlar:
1- İhsan Kasım Salihî, İslâm Önderlerinden Bediüzzaman Said Nursî ve Eseri, s. 11-12.
2- Şahiner, Aydınlar Konuşuyor, s. 303.
3- Necmeddin Şahiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Bediüzzaman Said Nursî, s. 52-72.
22.03.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|