KIRK YILLIK OKURUMUZ İHSAN PAŞALIOĞLU:
İhsan Paşalıoğlu kimdir?
Ben İhsan Paşalıoğlu, Rize'nin Köprülü Köyünde 1945 yılında doğdum. İlkokulu köyümde okudum. Ondan sonra Rize Erkek Sanat Enstitüsü'ne kaydoldum. Orta okul ve liseyi arada bitirdim. Bundan sonra 3 yıl Rize Tekniker Okulunu okudum. Ondan sonra İstanbul'a geldim ve Yüksek Tekniker Okulunu bitirdim. O zamanlar bu okulun adı 'Tatbikat Mühendisliği' idi. Biz bu okula teknik okulun devamı olarak girdik. O zamanın yöneticileri bize 'Tatbikat Mühendisliği diploması alacaksınız' dediler, ama sözlerini tutmadılar. Bunun üzerine biz 6 ay bir boykot yaptık. Bu boykot sırasında Gümüşhane Bayındırlık İl Müdürlüğüne kontrol mühendisi olarak tayin yaptırdım, bir müddet orada çalıştım. Baktık ki bu boykot bitmeyecek. Döndüm İstanbul'a okulu bitirdim. Sonra tekrar aynı görevime döndüm. 1967 yılında yedek subay olarak askere gittim. Antep, Maraş ve Antakya civarlarında askerliğimi yaptım. 1969 yılında askerlik dönüşü Ankara'ya geldim.
Risâle-i Nurlar ile tanışmanız nasıl oldu?
Ben Risâle-i Nurları orta okul ikinci sınıfta iken tanıdım. Ama benim için en önemli olan şeyi size anlatayım. Ben o dönemlerin meşhur bütün İslâmî eserlerini okudum. İslâm, Toprak, Hilal gibi mecmuaları okuyorduk. Bütün İslâmî mecmuaları okuduğum gibi bir de İslâmî kitapları okuyordum. İmam-ı Gazali'nin Fütuhu'l Gayb'ını, İmam-ı Rabbani'nin kitaplarını, Mehmet Âkif'in kitaplarını hepsini okumaya çalışıyorduk. Bütün bu kitapları okurken—aslından okumuyoruz ya, açıklamalı yazılıyor biz onları okuyoruz—yazanların fikirleri de karışıyor. İlkokul 4. sınıftan beri namazımı kılıp oruçlarımı tutuyorum. Her namazımın ardından duâ ediyordum: "Ya Rabbi, bana öyle bir eser nasip et ki, o eserde yazılanlar doğru mudur, yanlış mıdır diye bir endişem olmasın." Bütün namazlarımda böyle duâ ediyordum. Cenâb-ı Hak Risâle-i Nur'u elime getirdi, koydu.
Bana Risâle-i Nurları ilk hediye eden—şimdi rahmetli oldu—Vahdettin Karaçorlu'dur. Elazığlıdır. Eski milletvekilidir kendisi. O ilk defa 'Ayetü'l Kübra'yı lisede okuyan arkadaşım Mehmet Zenginbal ile bana hediye gönderdi. Ben kitabın parasını vermek istedim. O, "Parasını almam" dedi. Ben de "Parasız almam" dedim. Neyse arkadaşımın ısrarıyla aldım. O kitabım halen duruyor. Ayetü'l Kübra'nın ilk baskısı. Rahmetli o zaman Yapı Sanat Okulunda Edebiyat öğretmeniydi. Risâle-i Nur'u ilk defa tanıtan o oldu. Ondan sonra Sözler'i aldık, emanet olarak. Bunun hikâyesi de ilginç. Bir gün bir berber dükkânına gittim. Buradaki arkadaşa cami müezzini büyük Sözler'i vermiş o da alıp okumuş. O zaman Sözler'in ilk baskısı yapılmıştı. O arkadaş müezzine Sözler adlı kitabı iade ediyordu. Ben de "Bu kitabı ben de okuyabilir miyim?" dedim. Aldım ve okumaya başladım. Ortaokul ikinci sınıfta okuyordum o sıralar. Sene 1957 idi. Üstad o zamanlar hayattaydı tabiî. Ama bizim ziyaret etme imkânımız olmadı.
Her akşam dersimi yapardım. Pijamamı giyerdim. Yatağıma girerdim. Uykum gelinceye kadar Sözler'i okurdum. Uykum geldi mi kitabı kapatır, yatardım. Risâle-i Nurla tanışmamız böyle oldu. Bu sıralar Cenâb-ı Hak bana çok değişik rüyalar gösterdi. Hazreti Resulullah'ı , Üstadı rüyamda gördüm.
Belki Cenâb-ı Hak bizi teşvik mahiyetinde bu tür rüyalar gösterdi. Böylece Risâle-i Nur dairesine girdik. Sene 1957'de.
O zamanlar Rize'de milliyetçi, mukaddesatçı bir yayınevi vardı. Okuduğum okulun lise kısmında okuyan arkadaşım Mehmet Zenginbal vardı. Onunla oraya giderdik. Sohbet ederdik. Risâle-i Nur elimize geçtikten sonra da eserlerin hepsini okumadığımız için, genelde hal ve hareketlerimizi abilerin tavırlarına göre belirlerdik. Onların davranışlarına dikkat ederdik. 'Abilerin yaptığı gibi yaparsak biz sorumlu olmayız' diye onları model alırdık. Vahdet Karaçorlu ve Mehmet Kanoğlu bizden önce Risâleleri biliyorlardı. Bu yüzden biz onları örnek alırdık. Rize'de bir hoca vaaz ederken zülfiyare dokunmuş. Mahkemelik olmuş. Bekir Berk Abi onu savunmak için gelmişti. Onunla tanıştık. "Bediüzzaman'ın avukatı" dediler. Sonra İstanbul'a geldim. İstanbul'da hemşehrim Mehmet Emin Birinci ve diğer abilerle tanıştık. Zübeyir Abi o zaman Kirazlı Mescit'de idi. Onunla da tanıştık. İlk İstanbul'a 1962'de geldim. Daha sonra 1965'ten 1967'ye kadar İstanbul'da kaldım.
Gazete ile tanışmanız nasıl oldu?
Gazete olarak Yeni Asya'dan önce Yeni İstanbul gazetesi vardı,—milliyetçilerin çıkardığı—onu okurduk. Sonra Bugün gazetesi çıktı, onu okuduk. Ondan sonra İzmir'de Zülfikâr çıktı onu okuduk. O kapandı Uhuvvet çıktı onu okuduk. Uhuvvet kapanınca İhlas çıktı onu okuduk. Bu arada Erzurum'da çıkan Hürsöz vardı onu da okuyorduk. Bir ara Bediü'lbeyan çıktı onu da okuduk. Bunlardan sonra İttihad gazetesi çıktı. Haftalık bir gazeteydi. Bize posta ile geliyordu. Postaneden alıp dağıtımını yapıyorduk. Gelen gazete paketini Rize'deki solcular, Halk Partililer parasını ödeyip alarak çöpe atıyorlardı. Milletin, bu fikirlerden istifade etmesini istemiyorlardı.
İttihad çıkarken günlük bir gazeteye neden
ihtiyaç duyuldu?
Rahmetli Zübeyir Ağabey, "Ehl-i dünya bu insanların kulağına her sabah bir şeyler üflüyor. Vatandaş sabah kalkıyor. Gazetesini alıyor. Kahvaltısını yaparken bakıyor. Çeviriyor okuyor. Oradaki yazılardan, manşetlerden, başlıklardan bakıp oralardan bir şeyler kafasına yerleştiriyor. Bir nev'î şarz oluyor öyle piyasaya çıkıyor. Biz İttihad gazetesiyle haftada bir defa arkadaşlara bir şeyler ulaştırıyoruz. Bu kâfi gelmiyor. Onun için bir "Lahana yaprağı kadar da olsa bir günlük gazetemiz olması lâzım" diyordu. Onun için Yeni Asya'yı çıkardığımız vakit de Cenâb-ı Allah'a şükrettik. 'Oh Elhamdülillah' dedik. Şu geniş dairede, basında bizim de söz hakkımız ve söyleyecek sözümüz var dedik. Bizim de yerimiz var diye çok memnun olduk.
Yeni Asya'nın ilk çıktığı zamanla ilgili bir hatıranız var mı?
Yeni Asya'nın ilk sayısı çıkarken ben Kiğılı Pasaj'daki Bekir Ağabeyin yazıhanesindeydim. O zaman karton kâğıtlarda matrisler çekiliyordu. İlk mizanpaj üzerinde çalıştığımız o günü hiç unutamam. Rahmetli Mustafa Nezihi Polat, Bekir Berk, Mehmet Fırıncı, Mehmet Birinci, Mehmet Kutlular ve diğer ağabeyler ile birlikte ben de vardım. O gün ilk sayısı çıktı. Ben ilk sayının çıkışına şahitlik edenlerden ve o heyecanı yaşayanlardan birisiyim. Bu arada Zübeyir Ağabeyi de saymak lâzım. O Kirazlı Mescit'deydi. Ağabeyler baktıktan sonra gazete ona götürülüyordu. Onunla birlikte tekrar gözden geçirildikten sonra basılıyordu. Zübeyir Ağabey daima teşvik ediyordu. Gazete onun kontrolünde bir ekip tarafından neşrediliyordu.
O günden bu güne kadar Yeni Asya'yı okuyoruz. Yazı yazıyoruz. Ara sıra şiirler, yazılar yazdım. İttihad'dan itibaren. İttihad'da şiirlerim yayınlandı. Yeni Asya'da da yayınlandı.
Daha önce İttihad gazetesinde yaşadıklarımız, Yeni Asya'da da yaşanmaya başladı. Rize'de gazete ana bayisi solcuydu. Gazeteyi 'bitti' diyerek bize vermiyordu. Biz arkadaşlarımızdan 3 aylık, 6 aylık hatta bir yıllık abone paralarını toplayıp getirip ana bayiye veriyorduk ki bizim gazetemizi ayırsınlar diye. Ve öylece gazeteyi okumaya imkân bulduk. Yoksa solcular gazeteyi satın alıp imha ediyorlardı.
Yeni Asya sizin için neyi ifade ediyor?
Allah'a çok şükür Yeni Asya bizim efkârımızın (fikirlerimizin) dışarıya açılmış şeklidir. Üstad'ın naşir-i efkârıdır. (fikirlerinin yayıcısıdır) Üstad'ın lâhika mektubudur. Üstad Hazretleri hergün talebelerine lâhika mektubu yazar gönderirdi. Yeni Asya bir nev'î Nur talebelerinin efkârı umumiye (kamuoyuna) açılan kapısıdır. Biz Yeni Asya'yı öyle kurduk. Başından beri öyleyiz. Bugüne kadar da Elhamdülillah hiç zik zak yapmadan bugüne kadar geldik. İnşallah ömrümüzün sonuna kadar da böylece istikamette devam ederiz.
Bir de Yeni Asya'nın önemli olan yönü şu: Malûmunuz Üstad'ın hayat devreleri var. İman dairesi'nde, Şeriat dairesinde ve içtimaî dairede vazifeleri var. Yani ahir zamanda gelen bir imam, bir müceddid ve müceddidlerin en sonu ve en büyüğü olan Bediüzzaman Hazretleri'nin "İman dairesinde vazifesi olsun da diğer dairelerde vazifesi olmasın!" böyle bir şey olamaz. Eğer olmazsa bu Bediüzzaman'a bir nakise olur. Siyaset dairesinde ve içtimaî dairede vazifeleri vardır. Ama geniş dairedeki vazifelerini başkalarıyla yaptırır. Onları yönlendirir. Direkt siyasetin içine girme tarzında değil, siyasîlere yön verme tarzında vazifeleri vardır. Yeni Asya gazetesi o vazifeleri yapıyor. Elhamdülillah onu deruhte ediyor. Bugüne kadar yapa gelmiştir. Bundan sonra da İnşallah yapmaya devam edecektir. Ufak tefek aksayan eksik yönlerimiz olsa da İnşallah zaman içerisinde onları da tashih ederiz. Onları da düzeltiriz ve böyle aynı istikametimizde devam ederiz İnşallah. Tabiî her insanın ve kurumun hatası da olur sevabı da olur. Yeni Asya gazetesi de nihayetinde bir gazetedir. Eksikleri ve fazlalıkları olabilir. Mümkündür yani. Ama önemli olan ana çizgiden sapmadan götürmek ve yolumuza devam etmektir.
Kırk yıllık bir okur olarak gazetenize sizi bağlayan sebep nedir. Gazetenizden neler bekliyorsunuz?
Yani bilhassa bugünlerde olduğu gibi o devirlerde de basında edeb konusunda sıkıntılar vardı. Üstad Hazretleri diyor ki, "Edibler edebli olmalı. Edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı."
Yani yalan yazamazsınız. Yanlış yazamazsın. Yalan yazmak kişilerin hukukuna tecavüzdür. İftiradır. Gıybettir. Biliyorsan doğrusunu yaz. Bilmiyorsan yazma. Gazetecilik budur. Yeni Asya gazetesi bunu yapıyor Elhamdülillah. İleride bunu daha güzel bir şekilde yapacaktır. Benim Yeni Asya'dan beklediğim şudur: Risâle-i Nur açısından tamam çok güzel. Üstad'dan her gün yayınlanan bir mesajı var. Üstad bir nev'î gazetenin günlük yazarı gibi Elhamdülillah. Bunun yanında içtimaî ve iktisadî meselelerde yorumcular lâzım. Ticarî meselelerde yorumcular lâzım. Hukukî meselelerde yorumcular lâzım. İmkânlar ölçüsünde yapılmaya çalışılıyor, ama bu yönünün daha da kuvvetlenmesi lâzım. Yani herkes kendi sahasında yorum yaparak okuyucuya bir şeyler vermeli. Herkes kendi sahasında topluma ışık tutacak yön verecek yazılara ihtiyaç var.
|