40 YILLIK TRABZONLU OKUYUCUMUZ KİBAR GÜRSOY:
Yeni Asya Gazetesi ile nerede ve ne zaman
tanıştınız?
1959 yılında Trabzon’da torna atölyemiz vardı. Bir müşterimiz geldi. Müşteriyi tanımıyordum. Kitap okuma merakım olduğu için kitap okuyordum. “Bu kitap neden bahsediyor?” dedi. Mehmet Akif’in kitabı dedim. Cebinden İhlâs Risâlesini çıkardı. “Bunu oku” dedi. Ben de kitaba baktım. Bediüzzaman Said Nursî yazıyordu. ‘Bu kimdir?’ diye sorduğumda “Mehmet Akif’in arkadaşı / hocası” dedi. Samsun’dan Ali Rıza Sağlamer isminde biri idi. Fakat kitabı vermedi ve alınacağı yeri de söylemedi. Kitabın yazarını sordum, “Hayatta mıdır?” diye. “Isparta’dadır” dedi.
1960 yılında Trabzon’un eski imamlarından Yakup Gürsoy’a giderek kitaplar hakkında bilgi almak istedim. “İhtilâl olmuş, sen kitap okuyacaksın… Ama dersen ki ‘Benim bulmam lâzım’ o zaman ben sana iyi kitapları bulabileceğin yeri söyleyeyim. Matbaacı Müslüm Selçuk’a git, o sana yardımcı olur” dedi.
Çok sıcakkanlı oluşundan etkilenmiştim. Üstad Hazretlerinden bahseti. Kitaplardan okudu, arkadaşlarla tanışalım dedim.
1961 yılından itibaren evlerde bir araya gelip ders okumaya başladık. Hizmetlerden haberdar olduk. Daha sonra da Erzurum’da matbaacı Ahmet Polat ve oğlu Mustafa Polat ile tanıştık. Bazı vecizeler yazardı. Yerel bir gazete de çıkarırlardı. Daha sonra oğlu Mustafa Polat'la, Kırkıncı Hoca'nın sohbetlerine katıldım. İttihat, daha sonra da Yeni Asya gazetesi için Zübeyir Ağabey özellikle Mustafa Polat’ı istemişti. İstanbul’a taşındı, biz de İstanbul’da bulunuyorduk. Hizmetlerin içerisinde diğer ağabeyleri tanımış olduk. Mehmet Kutlular’ı da İstanbul’da tanıdım.
Sizi Yeni Asya’ya bağlayan esas sebepler
nelerdir?
Bediüzzaman Hazretlerini ve Risâle-i Nurları çok kişi Yeni Asya ile tanıdı. Bu inkâr edilemez. Ayrıca gazete Zübeyir Ağabeyin ve diğer ağabeylerin de katkılarıyla kurulmuş. Onlar zor şartlarda hakkın hatırını hiçbir şeye feda etmediler. Zor şartlarda kurulmuştur, susmamış ve de susturulamamıştır, hep fedakârlıklarla doludur. O Risâle-i Nur’a ve Kur’ân’a bağlanmıştır. Kardeşlik üzerine binâ edilen Risâle-i Nur mesleğine hizmet edeni desteklemek vazifemizdir, elbette destekliyoruz. Yeni Asya’nın üzerimizde emeği çoktur. Bugün eserlerle imanını kurtaran ve koruyan milyonlarca insan bu hizmetin ne güzel neticeler verdiğinin canlı birer örneğidir.
Yeni Asya’yı farklı kılan, önde gelen ayırt edici özellikleri nelerdir?
‘Hakkın hatırı hiçbir hatıra feda edilmez’ anlayışı ile hareket ediyor. Risâle-i Nurları yansıtıyor. En dar daireden en geniş daireye kadar, insanî ve İslâmî vazifelerin ifasına kadar her şeyi yansıtıyor. Maddî ve mânevî saldırılara karşı en büyük dayanak ve tesellî noktasıdır. Yeni Asya’nın millî, dinî, kültürel hizmetleri inkâr edilemez. Yeni Asya hakikatlerin anlaşılmasına yardımcı oluyor. Bir çokları dinini, diyanetini bunlarla öğrendi. Çıktığı günden beri çizgisini hiç bozmadı. Daima dik durdu.
Yeni Asya’nın size ve ailenize kazandırdığı en
önemli değerler neler olmuştur?
Risâle-i Nur gibi hayatın mânâ ve önemini anlayabildiğimiz nisbette kavratır, hayatı sevdirir. Hakikatlerin değerini anlatan, imanî meselelerle hakikatleri öğretmekle de hazineye sahip olmak gibi duygu hissettirir bize. ‘Güzelden gelen güzeldir.’
Risâleleri posta ile göndermenin yasak olduğu zamanlarda biz Ankara-İstanbul arası nakliye işi yaparak Yeni Asya’yı taşıdık.
Bugün ağabeyimin çocuğu Şevki’nin evinde haftada iki kez ders okunuyor. Risâle-i Nurlar okunuyor. Bediüzzaman Hazretlerinin fotoğraflarını duvarlarda görünce iftihar ediyorum.
Adnan’a gelince de külliyatı okur, derslere devam eder. Aynı zamanda Yeni Asya okuyucusu.
Yeni Asya ile ilgili yaşadığınız hatıraların en
ilgincini bizimle paylaşır mısınız?
1- Abim Kahraman Gürsoy, 1964‘te otobüste çalışıyordu. Arabaya vecize yapıştırmıştım. ‘Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi, ittiba-ı Kur’ân’dır” diye. Süs olarak asmıştı.. Samsun’da ihbar üzerine arabayı karakola almışlar. ‘Bu nedir, niye astın?’ demişler. Samsun’dan Hamdi Sağlamer Abiler gelmiş. Nöbetçi hâkim serbest bırakmış.
2- Trabzon İmam Hatip’te Ali Aktürk isminde hocamız da derslere devam ederdi. “Hocam, siz akşamki derse gelmeyin, arama var” dedim. Ama dinlemedi. Aynı şekilde Müslüm Ağabeye dedim, o da aynı tepkiyi vererek derse geldiler. Kime gelmeyin dediysem dinlemediler, ‘Bizim gizlimiz saklımız yok’ dediler.
Genelde sohbet, namazdan sonra başlardı. Biz de namazdan önce gelir beraber namaz kılardık. Tam namaz vakti polisler geldiler, 9 kişi idik. Komiser Mustafa isminde birisi idi. Bana bakarak, “Nurcular yalan söylemez, kitapların yerini söyle” dedi.
“Gizleyecek bir şey yok, dolap orada” dedim. Dolabın bazı gözlerini boşaltmıştım. Alttaki gözü unutmuşum. Polis o kapakları açınca “Hazineyi buldum komiserim” dedi.
Alırken “Kur’ân cüzünü almayın. Çocuklara Kur’ân okutuyorum” dedim. Dinlemedi. Tebrik kartını gördü, “Baksana millet vekilinden kart da gelmiş” dedi. (Ekrem Dikmen) Hepimizi karakola götürdüler. 9 arkadaştan 3 kişi [Ali Aktürk (Farsça Arapça Öğretmeni), Kibar Gürsoy, Müslüm Selçuk] 2,5-3 ay kaldık. Tahliye olduk. Ali Aktürk Hocamız bir sohbetten dolayı 2 yıl ceza yedi. 1 yılı Trabzon’da, diğeri Bozcaada’da.
3- Seferden gelmiştim. Erzurum’dan telefon aldım. Said Özdemir idi arayan. ‘Arabanı al, gel’ dedi. Arabamı hizmete vakfetmiştim. ‘Gecenin bir vakti’ dedim. ‘Yok’ dedi, ‘Hemen yola çık.’ ‘Erzurum’a girerken yolda 2 veya 3 kişi olacak, onları al gel’ dedi. Trabzon- Erzurum yaklaşık 300-350 km idi.
Sabaha 2 saat vardı, dediği noktadan arkadaşları aldım. Öğrendiğime göre Ahmet Polat’ın matbaasında Risâle-i Nur baskısı yapılacak, Emniyet baskın yapmasın diye malzemeleri alıp Trabzon’a getirecektik. Bunun için beni istemiş.
Kâğıtları ve diğer malzemeleri arabaya yüklediler. Öğleye yakın Trabzon’a vardık. Evin teras katına malzemeleri yerleştirdik. Sait Özdemir Ağabey “Kaçak kitap basmanın cezası 15 yıl Kahraman Gürsoy. Bu cezayı göze aldınız da mı çıkardınız?” dedi.
10 gün dışarı çıkamadık, hazırlık yaptık. Müslüm Selçuk Ağabeyin matbaasında Risâle-i Nurları bastık.
Komiser Mustafa’dan bahsedelim
Av. Bekir Berk, ev havadar olduğu için bende kalırdı. Mustafa Bey de, Bekir Beyi Trabzon ve civarına geldiğinde takibe alırdı. Bir taksim polis karakolundan sivil olarak memur bize gelerek bizi uyardı. “Emniyet Bekir Bey’in haberini almış bilginiz olsun evi aramaya geleceğiz” dediler. Bekir Bey’e söyledim. “Ne yapalım?” deyince “Arabayı hazırla” dedim. “Nereye?” deyince “Yolda görüşürüz” dedim. Biz çıkınca hemen gelmişler. Sormuşlar, evdekilerin haberi yoktu.
Erzurum’a doğru gidiyorduk. Zigana’ya kadar gelmişler, geri dönmüşler. Gümüşhane’ye bildirmişler, yollar tutulmuştu. Gümüşhane’ye girişte durdurulduk. Ekip vardı. Kimlik sordular, Bekir Bey’i sormaya kalmadılar, anladılar. Hemen bizi karakola aldılar. Amir polisleri dışarı çıkararak bize hitaben “Kusura bakmayın, biz de emir kuluyuz, sizi bırakacağım. Ben de Risâle-i Nurlardan haberdarım, yolunuza devam edebilirsiniz” dedi.
4- Rahmetli Zübeyir Abi ile tanıştık. Biz Levent’te oturuyorduk. Zübeyir Ağabey Çamlıca’da oturuyordu. Sık sık ziyaret eder görüşürdük. Zübeyir Ağabeyin yakınında boş bir ev bulduk, oraya taşındık. Çocuklarla çok ilgilenirdi. Çocuğum Adnan 11-12 yaşlarında, ağabeyimin oğlu Şevki 8-9 yaşlarında idi. Zübeyir Ağabey ile evlerimizin bahçesi birdi.
İnek besler, Zübeyir Ağabeye süt getirirdik. Çocukların mizacına uygun davranırdı. Şevki halim selim idi. Eline kitap verir okuttururdu.
Adnan ise hareketli çocuktu. Ona da “Ben parmağımla tavana imza atarım, sen de atar mısın?” derdi.
|