CHP’nin tek parti diktası döneminde siyasetle hiç ilgilenmeyen Bediüzzaman’ın, 1950’de çok partili demokrasiye geçildikten sonra DP’ye destek verdiği; 14 Mayıs seçiminin hemen ardından Bayar’a tebrik mesajı gönderdiği; Menderes’i “İslâm kahramanı” olarak nitelediği; DP iktidarının Cumhurbaşkanına, Başbakanına, bakanlarına mektuplar yazarak tavsiye, teşvik ve ikazlarda bulunduğu, çok iyi bilinen bir gerçek.
DP iktidarının son yıllarında CHP’nin başını çektiği yıkıcı muhalefet ve yıpratma kampanyasına karşı “Demokratları iktidar yerinde muhafaza etmeye Kur’ân menfaatine kendimizi mecbur biliyoruz” dediği de (Emirdağ L, s. 816).
Said Nursî’nin DP’ye ilişkin değerlendirmelerini ihtiva eden çok sayıda aydınlatıcı mektup, Emirdağ Lâhikası’nın ikinci cildinde okunabilir.
Dolayısıyla, onun DP’ye verdiği destek üzerinde herhangi bir tartışma ve ihtilâf yok. Ama sonrası için “Üstadın o mektuplardaki ifadeleri 1950-60 dönemi DP’si için geçerli; sonrakiler için değil” iddiasını seslendirenler bir hayli fazla.
1965 seçiminde tek başına iktidar olan AP’ye DP’nin devamı olarak bakılıyordu. Ama 1970'te Millî Nizam Partisinin sahneye çıkmasıyla birlikte bu noktada tereddütler belirmeye başladı.
Daha doğrusu, dindarları ve özellikle Nurcuları AP’den soğutup MNP’ye kanalize etme hesaplarıyla bağlantılı olarak ortaya atılan söz konusu iddialar, bazı kafaları karıştırır gibi oldu.
O noktada devreye giren Zübeyir Gündüzalp, evvelâ İttihad gazetesinde Üstadın DP ile ilgili lâhika mektuplarını neşrettirmek, daha sonra “DP’nin devamı AP’dir” şeklindeki “içtihad”ını meşveretin de tasdikinden geçirerek deklare etmek suretiyle, tereddütlerin izalesini sağladı.
(İsmet Hasenekoğlu’nun bu konuyla ilgili olarak yazdığı, 5-6 Nisan 1975 tarihlerinde iki bölüm halinde Yeni Asya’da yayınlanan ve geçtiğimiz 18 Mart'ta tekrar neşrettiğimiz yazı, tarihî bir belge niteliğinde. Mutlaka okunması lâzım.)
12 Eylül’e kadar bu bütünlük korundu. Neticesi de, 12 Mart sonrası demokrat tabanı parçalamak için uygulamaya konulan planlara rağmen, Ekim-1979’daki ara seçimde oyların yeniden AP’de toparlanmasını başarmak ve seçimin ardından kurulan AP hükümetine Ayasofya’yı kısmen de olsa ibadete açtırmak suretiyle alındı.
Ama AP hükümeti işbaşındayken yapılan 12 Eylül ve sonrasında Nurcular başta olmak üzere cemaatlerin içine sokulan fitnelerle birlikte uygulamaya konulan siyasî projeler, zihinleri yine bulandırdı. Yeni kurulmak istenen düzene ayak uyduranlar, gerek öncesinde yapılan baskı ve tehditler kaldırılmak, gerekse el altından desteklenip “ihya” edilmek suretiyle ödüllendirildi.
Uzlaşmayı ve teslim olmayı kabul etmeyenler ise her koldan şiddetlenerek sürdürülen yoğun baskılar ve iç bünyelere sokulan fitnelerle tesirsiz hale getirilmek, hattâ imha edilmek istendi.
80’lerde ANAP, 90’ların başında kutsal ittifak, ardından kitleselleşen RP ve 2000’lerde de AKP, evvelce DP ile AP’de toplanmış olan demokrat tabanın farklı manipülasyonlarla yönlendirilmek istendiği yeni adresler olarak ortaya çıktı.
Ama ne ANAP, DP-AP’nin devamı olabildi; ne RP o tabana oturabildi; ne de AKP o mânâyı taşıyabildi. O çizginin devamı olma iddiasıyla, 12 Eylül’ün çıkardığı zorlu engelleri aşarak belli bir noktaya erişen DYP ise, 90’lı yıllarda gerek haricî faktörler, gerekse kendi içindeki yönetim hataları sebebiyle, sürekli şekilde kan kaybetti.
Şimdiki DP, dibe vurduğu bir noktada bütün o süreci sıkı bir özeleştiriden geçirdikten sonra, teşkilâtlarından başlayan bir toparlanma harekâtıyla tekrar ayağa kalkma mücadelesi veriyor.
Dileriz, bu mücadele başarılı olur ve DP—izaha çalıştığımız sebeplerle bir kısmı başka yerlere yönelen—Nurcular başta olmak üzere cemaatlerin ve topyekûn demokrat tabanın yine destek verdiği güçlü bir toparlanma adresi haline gelir.
24.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|