Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hareketi Türkiye’de ve dünyada sürekli yükselen bir değer. Artarak ivme kazanan bir vakıa. İtikadi, amelî ve içtimâî olaylara istikametli ve isabetli teşhis koyan bir reçete. Yanılmaz ve yanıltmaz bir ölçüler manzumesi. Dünyevî hiçbir gayesi ve amacı olmayan bir iman ve Kur’ân dâvâsı. Bütün insanlığın aradığı ve arzu ettiği sâfî, samimi, dürüst ve aksiyoner bir tarz ve yol...
Daha pek çok artı değeri sıralayabiliriz. Ama bu hareket, yol, tarz ve dâvânın “püf noktasını ve mihengini” ifade edecek en önemli nokta, “İlâhî, semavî ve mukaddes” oluşudur. Yani, Risâle-i Nur hareketinde zerre kadar “arzîlik ve maddecilik” yoktur, olmamıştır, kıyamete kadar da olmayacaktır inşallah!
Evet, sırf Allah rızası için bu dâvâya bağlananlar ve bunu omzuna alıp üstlenenler, insandırlar, ruhani ve melek değillerdir. Bu itibarla bu aciz ve fakir müntesiplerin yaptıkları icraatlarda elbette ferdî yanlışlıklar da olabilecektir. Ama bu insanî yanlış ve noksanlıklar, kudsî dâvânın özüne sirayet edemez, etmemelidir.
Pek çok sahanın önemli otoriteleri tarafından kabul edilen gerçek şudur: Bediüzzaman ve Risâle-i Nur’un ilmî, dinî, siyasî ve içtmâî sahalarda koyduğu net ve doğru teşhisler, tam isabetlidir ve doğrudur.
Bütün bunlar ortada dururken, bu dâvânın mensupları üzerinde elbette hesaplar yapılacak ve oyunlar oynanacaktır. Aziz Üstad ve saff-ı evveller o günün şartlarında imtihanlarını başarıyla verdiler. Kıyamete kadar uzanacak bu süreçte şimdilerde bizim imtihanımız devam ediyor. O mübarekler heyetinin zamanında sürgün, hapis, dikta ve alenî zulüm vardı. Şimdi ise, “ağırlaştırılmış ve baskılandırılmış” propaganda ve reklâm araçları ile fitne ve fesat oyunları devreye sokuldu. Fakat bu müdakkik kitlenin, bu “fitneye dayalı proje” çerçevesinde kasden fikirleri devşirme ve değiştirme oyun ve tuzağına, feraset ve basiretleriyle izin vermeyeceğine inanıyorum. Bunu şunun için dile getirmek istedim: İki aydır devamlı olarak Türkiye sathında gezen bir insan olarak bulunduğum ortamdaki bilhassa genç kardeşlerimin dâvâya olan sadakat, gayret ve samimiyetlerine hayran oldum. Toplumun önemli bir zembereği konumunda olan ve geçmişteki kirli oyunları tam olarak yaşamamış olan bu saf ve temiz ruhlar, Üstad ve Risâle-i Nur’u anlamada çok daha bahtiyar ve yarınlara hazırlar.
Ama toplum hayatının içinde devamlı insanlarla irtibatlı, piyasanın sarmalında olan bizim kuşaktaki bazı dostlarımızın bilhassa siyasî sahada cevaplandırması gereken bazı soru ve tereddütler var. Bu gibi konuların bizim camiamızda tek ve en doğru isabetli çözüm yolu “meşveret” ortamıdır. Sistemimiz de belli ve oturmuş olduğuna göre, bütün cevap ve uygulamaların o doğrultuda olması iktiza eder. Meşru zemin ve işleyiş yıllardan beri budur. Durum böyle olunca, bir kısım gazete okuyucusu dostlarımızda “demokrat misyonun temsili” konusunda meydana gelen tereddüt, soru ve görüşler, gazetemiz yönetim kurulu ve Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden bu alanda ihtisas sahibi arkadaştan meydana gelen geçici siyasi komisyonda bir ay önce değerlendirilmiştir. Burada alınan kararlar da, başta gazetemiz genel yayın müdürü ve başyazarımız Kâzım Güleçyüz olmak üzere birçok yazarımız tarafından çok makul ve nazik bir dille yayınlanmaktadır.
Aslında bu tereddütler de, Yeni Asya misyonunun dışında kalan birçok sebepten kaynaklanmaktadır. Bunların sakin bir ortamda üzerinde durulup sağlıklı bir şekilde tespit edilmesi gerekir. Tamamen dış kaynaklı gizli ve derin plânın odak noktası, maalesef “siyasettir.” Onun için de her devirde olduğu gibi bu devirde de vazifemiz, yara yapmadan tamirdir.
Özellikle Yeni Asya misyonunda yetişmiş ve bu dâvâya gönül vermiş bütün değerli dostlarımız başta olmak üzere bu misyona itimadı ve sadakati olan herkesle paylaşmak istediğim şudur: Bir buçuk ay önce Mısır’ın başşehri Kahire’de Bediüzzaman’la ilgili bir sempozyumda dinlediğim, dinin ve belâgatın inceliklerine vakıf Ezher ulemasının bile “Risâle-i Nurları anlamak öyle kolay bir konu değildir. Bu külliyat adeta bir umman ve okyanustur” diyerek acizliklerini ilân ettiği bir konuda, bizim gibi aciz insanların durumu ortaya çıkar. Üstad Bediüzzaman’ın ve cihamşümul dâvâsının bütün boyutlarını anlamak cidden zordur. Ama bu tam olarak sağlandığı zaman da, İslâm’ın ve Müslümanların bahtları açılacak, saadet-i dareyne giden yol daha net, geniş, mutlu ve kısa hâle gelecektir.
Bize düşen, eğer gerçekten Üstadımızı sevdiğimizi, ona ve dâvâsına sadakatle bağlı olduğumuzu iddiâ ediyorsak, ne pahasına olursa olsun, her alanda onun verdiği fetvalara uymak ve sadakatle bunların takipçisi olmaktır. Bu konuda dayandığım gerekçelerim şunlardır:
İlk olarak: Üstadın, daha bıyığı terlememiş genç bir delikanlı iken Mardin’de, 1908’lerde Sultan Abdülhamid Han’a, 1915’lerde doğudaki aşiretlere, 1922’de TBMM’de önde gelen şahıslara, 1940’da CHP’ye ve 1950’lerde de DP iktidarına karşı siyasette koyduğu tavır, yepyeni bir “ilke ve prensipler” manzumesidir. Koyduğu “zikzaksız” görüş, duruş ve savunuşta her hangi bir kırılma, tereddüt ve isabetsizlik yoktur.
İkinci olarak: Kamuoyuna ve aziz milletimize pompalanmaya çalışılan “CHP’yi kazandırmamak için, bölünmemek için, mahalli seçimlerde şahıslar önemlidir. Bunlar bu şehir ve beldeye daha iyi hizmet ederler…” vb. gibi şahsî ve tarafgirâne gerekçeler geçerli olmadı, olmayacak ve olamaz. Bunlar prensip ve düstur değil, kandırmaca ve şaşırtma taktikli dünyevî aldatmacalardır.
Üçüncü olarak: Üstadımın vefatından sonra onun mânevî mirasını “menfaat ve oya” tahvil etmek isteyen siyaset bezirgânlarına karşı kale gibi duran ve onun en önemli vârisi konumundaki Zübeyir Ağabeyimin tam isabetli içtihadına uyarak...
Dördüncü olarak: Tam kırk yıldan beri bu camianın içinde bulunan bir müntesip olarak, “şahs-ı mânevî” adına en yüksek heyeti olan “umumi meşveretin” verdiği ve değiştirmediği kararına sadakatle bağlı kalarak oyumu kullanacağım.
Kanaatim ve hayatın gerçekleri odur ki: “Parti” tarifiyle, “toplama kampı” niteliğini arz eden sun’î oluşumlar çok farklıdır. Seksenli yılların “eğilimli oluşumlarının” akıbeti aslında herkese her şeyi anlatıyor. O şaşırtma taktikler de açıkçası beni fazla ilgilendirmiyor. Bu “toplama kampı” oluşumu da asla “demokrat misyonu” temsil edemez.
Bir nevî millî namusum olan reyimi, “bir defaya mahsus olmak üzere emaneten bir yerlere ciro etme” garabet ve şahsî içtihadına da taraftar olmam mümkün olmadığından, böyle bir yola da asla tevessül etmeyeceğim.
Netice olarak, ben işte yukarıda gerekçelerini göstererek zikrettiğim prensipler doğrultusunda, “vatan, millet ve Kur’ân menfatine”, “Demokrat misyonu” tercih edeceğim. Bu tercihimdeki tek ve değişmez mihenk, Üstadımın asla şaşmadığı teşhisleridir. Çıkış yolu belli ve nettir. Bunu da en nazik, seviyeli, makul ve isabetli şekilde ortaya koyan, her işinde meşveretle hareket eden “Yeni Asya” misyonudur.
Yeni Asya’nın ne olup olmadığını, her sahadaki teşhis ve tespitlerinin ne kadar isabetli olup ses getirdiğini, son olarak emekli orgeneral Hurşit Tolon Paşa da herkese deklare etmiş ve bir defa daha teyit etmiştir. Şahsen bu konuda benim Tolon Paşa’ya büyük bir teşekkür borcum var. Sağol Paşam! Patentimizi teyit edip tasdik ettin. Darısı bilmeyenlerin başına!
27.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|