Muhsin Yazıcığlu’nun bindiği helikopterinin düşmesi, siyaseti sarstı; politikayı kilitledi. Daha seçim yapılmadan siyasetin tansiyonu düştü; partiler mitinglerini iptal ettiler. Lâkin seçim sürecinde Türkiye’nin hiçbir iç ve dış meselesi doğru dürüst ele alınamadı.
Ne gittikçe daha da derinleşen ekonomik krizin vaziyeti; ne yüzde 20’leri aştığı anlatılan işsizlik… Ne sayıları daha şimdiden 150 bini bulan binlerce işyerinin kapısına kilit vurulması; ne bütün hükûmetlerin 80 yılda yaptığı 220 milyar iç ve dış borca son altı buçuk yılda 280 milyar doların eklenmesi; ne büyümenin sıfıra inip bütçenin yatırım, üretim ve istihdamdan yoksun olması… Aylardır bunlar gündeme getirilmedi. Seçim meydanlarında krizin teğet geçtiğini belirten Başbakan, iş yerlerinin kapanmasını, esnafın “beceriksizliğine” bağladı.
Geriye dönüp bakıldığında yalnız ekonomi değil; Türkiye’nin hiçbir hayatî meselesi konuşulmadı. Siyasetin demokratikleşmesinde, temel hak ve özgürlüklerde, eğitimde, sağlıkta karşı karşıya kaldığı konular konuşulmadı.
Türkiye’de azınlıklardan ziyade özellikle Müslüman çoğunluğun dinî özgürlükler sorunu olduğu, Dışişleri Bakanı tarafından AB’de açıklanmıştı. Hâlâ devam eden başörtüsü yasağı AKP siyasî iktidarının dinî özgürlüklerdeki barometresi. İktidar partisi tarafından “dindar Cumhurbaşkanı” propagandasıyla Köşk’e çıkarılan Gül’den sonra da hiçbir problemi çözmedi.
“Başörtüsü kadınların meselesi değil, Türkiye’nin yüzde birbuçuğun meselesi” diyen siyasî iktidar, yasadışı yasağı “yasal görmek”le peşinen “teslimiyet” bayrağını çekti. Bundandır ki hükûmet AİHM’e gönderdiği savunmada, başörtüsü yasağının yasal olduğunu savunuyor, depremin “İlâhî ikaz” olduğunu belirten yazılara ceza verilmesini; düşünce ve ifâde özgürlüğünün “suç” sayılıp cezalandırılmasını “gerekli” görüyor!
Esasen Anayasa Mahkemesi’nin “kapatılmama kararı”yla vesâyet altına alınıp kuşatılan AKP siyasî iktidarı, Başbakan’ın “Buna uymaktan başka yapılacak bir şey yok” ifâdesiyle, hiçbir şey yapmama, milleti oyalayıp avutma taktiğinin içine girdi.
ALTERNATİF; DEMOKRAT PARTİ
İçinde İmam hatiplerin de bulunduğu milyonlarca meslek okulu mezununun hakkını gasbedip mağdur eden katsayı haksızlığı, din eğitimi ve öğretimini başta çocukların Kur’ân kurslarında ve camilerde çocukların Kur’ân okumalarını engelleyen “yaş yasağı” olmak üzere 28 Şubat’tan kalma antidemokratik yasaların hiçbiri kaldırılmadı.
Keza Ankara “PKK’nin tasfiyesi” karşılığı yeni emr-i vakilerle karşı karşıya. Türkiye koskoca bir seçim sürecini geride bıraktı. İlk dönem anayasayı değiştirecek gücü olan ve hâlen Meclis’in yüzde 65’ini dolduran AKP iktidarı ve Meclis’teki muhalefet, bunların hiçbirini tartışmadı, tartışmıyor. Baştanberi karşılıklı kutuplaşmalarla lâf kavgası ve kalabalığıyla geçiştiriliyor.
Peki, bu tabloyla Türkiye neyi halledecek? Milletin emânet ettiği irâdenin hakkını vermeyen AKP’nin oylarını yükseltmesi neye yarayacak? Bu tutuk, ürkek, tâvizkâr demokratik irâde zafiyetle hangi problemi çözecek?
Seçim sürecindeki siyasî kırılganlık, Türkiye’nin yeni bir alternatife ihtiyacını ortaya koyuyor. Bu alternatifin, “Yeter söz milletin” diye çeyrek asırlık tek parti diktasına karşı milletin hakkını ve hukukunu koruyan, ülkenin maddî ve mânevî kalkınmasının temel harcını ortaya koyan Demokrat Parti olduğu, hâdiselerin nezdinde hergün daha açık bir biçimde ortaya çıkıyor…
Millet, çürüyen ve çöken siyasete karşı, millet irâdesinin hakkını veren alternatifi öne çıkarmalı…
28.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|