Nasreddin Hoca damdan düşünce, “Benim yanıma damdan düşenler gelsin” demiş. Yani beni en iyi onlar anlar demek istemiş. Şimdi devir değiştiği için artık damdan düşenler de hâlden anlamaz oldular. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” dercesine, mağdurların ve mazlûmların halini geçmişte aynı mağduriyeti yaşayanlar da anlamak istemiyorlar. Bunun son örneğini, bugünkü hükümetin ve hükümetin başı olan Başbakanın tutumundan görüyoruz.
Bilindiği gibi, sayın Başbakan bir düşünce suçu mağduru ve mahkûmudur. Okuduğu bir şiirden dolayı hakkında dâvâ açılmış, mahkûm edilmiş ve hapis yatmıştır. Ama milletin âlicenaplığı, mağdurdan yana tavır koyması ve mazlûma destek olması sonucu bugün Başbakan olarak hükümetin başında bulunmaktadır.
Böyle bir insandan beklenen, kendisi gibi düşünce suçundan ceza alıp mağdur olanlara destek olması, onların hakkını savunmasıdır. Bulunduğu konum itibariyle, düşünceye ceza veren yasaları da derhal değiştirip, düşüncenin suç olmaktan çıkarılmasını sağlamasıdır. Böyle bir Başbakandan bu beklenir. Ama gelin görün ki, kendi hakkında verilen cezanın ne kadar haksız olduğunu meydanlarda dile getirip mağduru oynayarak oy toplayan ve seçim kazanan bir lider, başbakan olunca düşünceye ceza verilmesini savunabiliyor. Kendisi bizzat böyle bir savunma içinde olmasa da, o başbakanın hükümeti, AİHM’in haksız bulduğu bir ceza için, “Sosyal ihtiyaca cevap veriyor, bu ceza verilmelidir” şeklinde bir görüş beyan edebiliyor. Ondan sonra da meydanlara çıkıp demokrasi ve insan haklarından bahsediyor.
Yeni Asya Gazetesi yazarlarından Cevher İlhan’a verilen düşünce suçu cezası, AİHM’den döndü. Söz konusu mahkeme, bu cezanın gereksiz ve haksız olduğuna hükmederek, dâvâyı Türkiye aleyhine sonuçlandırdı. Ama açıklanan gerekçeli kararda, bu sonucun hükümetin dâvâlı aleyhine yaptığı savunmaya rağmen alındığı anlaşılıyor. Yani hükümet, “Verilen ceza sosyal bir ihtiyaca cevap verdiği için uygundur” şeklinde bir savunma yaparak, düşünceye ceza verilmesinin sosyal bir ihtiyaca cevap verdiğini ifade ediyor.
Bir köşe yazarının düşüncesini açıklamasından dolayı ceza alması, nasıl bir sosyal ihtiyacı karşılıyor, bunu da anlamak mümkün değildir. Acaba gelir dağılımındaki adaletsizliği mi ortadan kaldırıyor? Sağlığa ve eğitime katkı mı sağlıyor? İşsizliğe mi çare oluyor? Terörü mü önlüyor? Deprem için “İlâhî ikaz” diyerek düşüncesini açıklayan bir köşe yazarına ceza verilmesinin nasıl bir sosyal fayda sağladığını izah etseler de biz de anlasak iyi olacak. AİHM de, böyle bir sosyal fayda görmediği için verilen cezayı haksız bulmuş ve Türk devletini tazminata mahkûm etmiştir.
Böyle haksız bir kararda sosyal fayda gözeterek ceza verilmesini savunanların demokrasi anlayışları da ortaya çıkmıştır. Demek ki eskisinden farklı bir söylem geliştirmekle veya gömlek değiştirmekle, kafalardaki antidemokratik düşünceler değişmiyor. Kırk yıllık Kâni, üç beş yılda Yâni olmuyor.
Bu durum aynı zamanda Nurcuların bu zihniyete destek olmamakla ne kadar isabet ettiklerini ispat etmektedir. Demek ki Üstad Hazretlerinin işaret ettiği Demokrat misyonu, bu kadrolar temsil etmiyorlar. İnsan, sırtındaki gömleği çıkartmakla, kafasındaki düşünceleri de çıkartmış olmuyor. Bir seçim arefesinde böyle bir savunma yaptıklarının anlaşılmış olması, “Acaba Demokrat misyonu bunlar mı temsil ediyorlar” şeklindeki şüpheleri de ortadan kaldırmış olmalıdır.
Ziya Paşa’nın dediği gibi, “Âyinesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz.”
28.03.2009
E-Posta:
[email protected]
|