Nisan ayı, bahar güzelliklerinin dorukta seyrettiği, zirveye ulaştığı bir zaman dilimidir. En bereketli yağmurlar, en canlı yeşillikler, en güzel kokularıyla Muhammedî güller, renk renk çiçekler sarar dünyamızı.. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki, Muhammedî (asm) bir nefestir Nisan ayını güzelleştiren. İki Cihanın Güneşinin (asm) bu ayda dünyamızı şereflendirmesinin, bütün bu güzelliklerle irtibatı olmadığını kim söyleyebilir?
Evet, kâinatta tesadüf yoktur. Millet olarak biz, yirmi yıl önce 20 Nisan’ın farkına vardık, daha doğrusu farkına vardırıldık. Bunda tesadüf olmadığı gibi, siyasî bir maksadı da yoktur. Hele hele başka bir bayramı gölgede bırakmak gibi bir amacın varlığını iddia edene ancak gülünüp geçilir. Ne güzel bir rastlantı ki, 20 Nisan’da kaleme aldığım bu yazı 23 Nisan’da, bir mani olmazsa yayına girecek. Kutlu Doğumun manevî hazzı ve huzuru ortamında, tarihî ve millî bir hâdisenin sene-i devriyesi kutlamalarının yakışık olmayan hiçbir yanı olmasa gerektir. Bu iki hâdise biribirine mani olmadığı gibi, biribirinin alternatifi olmaktan da, yerden semaya kadar uzaktır.
Evet, hiç kimse bize “23 Nisan’cılık” yapmasın. Bu bir millî bayramdır. Asıl gücünü ve mânâsını da “milli hâkimiyet” idealinden alır. Sen istersen buna “ulusal egemenlik “ de, buna kimsenin itirazı olmaz. Ama “ulusalcılık” yapma, bunu da “milliyetçilik” olarak yutturma. Yani “millet “ yerine “ulus,” “millî” yerine “ulusal” ifadeleri bir uygunluk arz ediyor. Ama “ulusalcı” tabiri tam tamına “millîci” gibi anlamsız birşey olur. Yani sen “dinî” yerine “dinsel” diyorsun. Bir de senin tabirinle “dinci” yerine “dinselci” dersek, ne kadar anlamsız olur, değil mi? Kaldı ki bir dindar, senin “dinci, İslâmcı” tabirlerinden de rahatsızdır. Bırakalım, millete ve dine mal olan herşey, sahibini bulduğu yerde kalsın. Ayrıca kimsenin “sahipçilik” ya da “sahipsizlik” girişimlerine maruz bırakılmasın.
Kutlu doğumu müjdeleyen 20 Nisan’ların mazisi ise 1438 yıl öncesine, 571 yılına kadar gider. Ama kutlu doğum olarak kutlamaya ilk 1989 yılında başlandı. 1994 yılından itibaren bu kutlu gün, haftaya dönüştü. Zira yurt içinde ve dışında millet olarak (ara sıra yerine göre ve lâikliği incitmeden devletin de katılımıyla) yapılan kutlama programları değil bir güne, bir haftaya da sığmaz oldu.
Ama bu işin öncülüğünü yapan Diyanet İşleri Başkanlığı, içerde ve dışarda bu faaliyetleri sürdürürken, daima devletin hassasiyetlerini göz önünde bulundurdu.. Önceleri 20-26 Nisan tarihlerini kapsayan “kutlu doğum,” artık 14-20 Nisan arasına sığdırıldı. Bu da resmî ve bürokratik arenaya münhasır kalırken, sivil toplumu bağlamıyor. Kutlamaların bir süre daha süreceği gözleniyor. Ki millî bayramlarda da çoğu zaman böyle oluyor. Meselâ Avusturya’da, bizim bölgede 23 Nisan Çocuk Şenliği, ayın sonuna doğru yapılacak.. Bazen Mayıs ayında, hatta Haziran ayında da yapıldığı vakidir.
Şimdi “çocuk şenliği” tabirinden hareketle, bir noktayı irdelemek isterim. Yani eğer bu tabir, 23 Nisan’ların “millî hâkimiyet” mânâsındaki çok ciddî ve hayatî cephesine gölge düşürmüyorsa (ki ben bu masum tabirden zarar geleceğine kani değilim), öyleyse hiç korkulmasın, Kutlu Doğum kutlamalarından bu millî güne-hâşa- bir zarar gelmez. Güneşin gölgesi olmadığı gibi, İki Cihan Güneşinin hiç gölgesi olmaz.. Kaldı ki, 89 sene önce Meclisimiz, o güneşin göz kamaştıran aydınlığı altında açılmıştır. Peki 23 Nisan 1920 Cuma günü ne oldu ülkemizde? Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazından sonra, tekbirlerle TBMM binasına gidilerek, kurbanlarla, dualarla Meclis açılmadı mı? İşte M. Kemal tarafından kaleme alınan “Millete açık davetiye”nin, aslına sadık kalınarak günümüz Türkçesine çevrilmiş halinden bir paragrafında şöyle deniyordu:
“Kerim olan Allah’ın izniyle, 23 Nisan Cuma günü Cuma namazından sonra Ankara’da Büyük Millet Meclilsi açılacaktır. “
“Vatanın istiklâli, yüce hilâfet ve saltanat makamının kurtulması gibi en mühim ve hayatî vazifeleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisinin açılış gününü Cuma’ya denk getirmekle zikrolunan günün mübarekliğinden istifade ve bütün milletvekilleriyle birlikte Hacı Bayram-ı Veli Camiinde Cuma namazı kılınarak Kur’ân’dan ve namazdan feyz alınacaktır. Namazdan sonra Peygamberimizin sancağı ve sakal-ı şerifi taşınarak Meclis önüne gidilecektir. Meclis binasına girilmezden önce bir dua yapılacak ve kurban kesilecektir. Bu merasim esnasında, Hacı Bayram-ı Veli Camiinden Meclis binasina kadar Kolordu Kumandanlığına baglı askerler hususî tertibat alacaklardır.”
Yani o zaman “vatanın istiklâli” için Cuma gününün mübarekliğinden, dinin kudsiyetinden medet umuldu da, şimdi artık ihtiyaç kalmadı mı? Yani şimdi “vatanın istiklâli” hiç tehdit altında değil mi? Tarihî bir günü vesile yaparak, çocuk şenlikleriyle mutluluğuna çalıştığımız çocuklarımız tehdit altında değil mi? Büyüklerin, kocaman kafaların sebep olduğu savaş, kin ve kan gibi tehditlerden en başta çocuklarımız zarar görmüyor mu? Şimdi bu çocuk şenliklerinin, kutlu doğumun manevî havasında yapılmasından neden rahatsız olunuyor?
Bakınız 1 Mayıs geliyor diye, bir tedirginlik var. Emniyet güçleri telâş içinde. Hiç 20 Nisan’larda, 23 Nisan’larda böyle bir tedirginlik yaşanır mı? Emniyetin tedbirine gerek kalır mı?
Ve bir espri: Benim doğum günüm 1 Mayıs, eşimin doğum günü 20 Nisan. Bu noktada farklı duygular yaşarız..
23.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|