Dünya hayatının baş döndürücü hızı ve bu hızın şahsî, ailevî ve toplum hayatında yaptığı çok yoğun ve etkili tesir hepimizin malûmu. Bu dehşetli tahribattan kurtulmak için akl-ı selim sahibi insanlar belli bir “makuliyet” noktasında birleşmeleri gerekiyor. Aksi takdirde hayat gerçekten çekilmez hâle gelir. İş çığırından çıkar ve bunun neticesinde meydana gelen tahribattan da herkes zarardide olur. Dengeler tamamen sarsılır. Maalesef ki hal-i âlemin durumu buna en büyük şahittir.
Ülkemizde ve dünyada yaşanan ve toplum hayatını ciddî mânâda yozlaştırıp menfiye zorlayan hâl ve olaylar karşısında sorumlu kimselerin üstleneceği çok ehemmiyetli hizmetler ve roller olsa gerek!
İşte buradaki ortak çizgi de ancak adalet, istikamet, meşrûiyet, itidal, sabır ve “makul olabilmek”tir. Peki, “makul olmak” nedir?
Makul olmak, her insaf sahibinin kabul edeceği gibi her türlü olumsuzluk karşısında şöyle olmayı gerektirir:
Derin ve ciddî bir muhakemeyi,
Sağlıklı bir düşünceyi,
Muvâzeneli ve hakkaniyetli bir adaleti,
Bütün menfîlikler karşısında sabırla işleyebilir ve geçerli bir yol ve çare aramayı,
Geniş bir ufuk ve hoşgörü perspektifiyle olaylara bakmayı,
Samimî bir tahkik, araştırma ve takiple neticeye gitmeyi,
Her ferde “İhsan-ı İlâhî” tarafından verilmiş olan mizaç, istidat, kabiliyet ve farklı hisleri olduğu gibi kabullenerek yola girmeyi ve çözüm aramayı,
Haddini bilmeyi ve kesinlikle haddini aşmamayı, affetmeyi, gerekirse özür dilemeyi,
Tarafgirlik ve hissiyâttan olabildiğince uzak durmayı,
Kâinatın Yaratıcısının bu kâinata koyduğu ve sayısız hikmetleri olan “kader, kaza” kanununu kabullenip neticesine katlanmayı,
Başkalarında ve kendisinde olan benzerlik ve farklılıkları münakaşa ve nizâ mev- zuu yapmadan bunları bir zenginlik olarak bilip kabullenmeyi ve ona şükretmeyi,
Başa gelen ve gelebilecek olaylar karşısında empati yapmayı,
Ve nihayet; takdirde de, tenkitte de, şüphede de, zanda da haddi ve sınırı aşmamayı, insafı ve vicdanı elden bırakmamayı ve sorumluluğunu kabullenmeyi gerektirmektedir.
Ama ne yapalım ki, “Tarih tekerrürden ibarettir” hakikati tarihî çizgisini devam ettiriyor.
Arapça bir deyim ve hakikat olan “Men dakka dukka” (Çalma kapıyı, çalarlar kapını) gerçeği de bu âlemde hükmünü devam ettiriyor. “Bu gün bana, yarın sana” gerçeği an be an yaşanıyor. Piyasanın “rutin” işleyişi bu!
Fakat bu sahada çok net ve kesin bir gerçek var ki, “prensipli” insan ve gruplarda bu halin ya hiç olmaması, ya da nadirâttan olmasıdır.
Evet, insanın olduğu her yerde daima hata, kusur, noksan, yanlış, menfîlik… vs. olacaktır. Bu, Kâinatın Yaratıcısının koyduğu değişmez fıtrî kanunların gereğidir. Nefis taşıdığımıza ve melek olmadığımıza göre insan olarak bu hatalara ve durumlara mutlaka düşeceğiz. Bu kaçınılmaz bir gerçektir.
Ama başka bir gerçek daha var, o da şu: Hayatın normal seyri içerisinde olan ve olabilecek her türlü kötülük, yanlışlık, noksanlık ve hataların telâfi çaresi ve çözümü mevcuttur. O da, makuliyet, meşrûiyet ve sırat-ı müstakim olan insaf ve adalet çizgisidir.
Aile, müessese, şirket, resmî kurum, cemaat ve millet bazındaki her türlü sahada insânî münasebet ve muamelelerin sağlıklı çözümü ve işleyişi buna bağlıdır. Akıl, insaf, vicdan, muhakeme işte bunun için verilmiştir ve burada kullanılacaktır.
İnsanlık tarihinde hiçbir olay “makuliyet, meşrûiyet, adalet ve istikametin” zıddı olan “öfke, iftira, tenkit, zan, şüphe, hakaret, suçlama, yalan, hile” vb. gayr-ı meşrû tavır ve hareketlerle çözülmemiştir, bundan sonra da çözülmeyecektir. Tek çıkar yol “makuliyet ve adalet”tir. Toplumdaki her akl-ı selim sahibi fert, hesabını buna göre yapmalıdır. Yoksa bunun ötesi; hep zarardır, tahriptir, acıdır, sancıdır, yersiz ve haksız ıztıraptır. Bunun haricinde bir yol, tarz ve tavır tarihin şahadetiyle hiç kimseye de bir fayda sağlamamıştır ve sağlamayacaktır. Son yıllarda dâhilde ve hariçte yaşadığımız olaylar bunun en büyük delilidir.
Galeyan, öfke, şiddet, fitne, gıybet, iftira, hukuksuzluk, zan, hak alma, gerilim, tarafgirlik gibi aykırı, bölücü ve tarafgirlik kokan haller tarihin hiçbir döneminde, hiçbir yerde, hiçbir zaman “hükmetmedi” ve “iktidar” olamadı.
Millet ve toplum olarak kurtuluş reçetemiz şudur: Adalet, hukuk, uhuvvet, dayanışma, muhabbet, samimiyet, ihlâs ve doğruluk sancağı altında birleşmek. Ancak böylelikle geleceğe ve maziye temiz bir iz bırakabiliriz.
Cenâb-ı Hak başta kendi nefisimiz olmak üzere, bütün inananların nefislerini bu gibi menfî hâllerden korusun ve bizleri “makuliyet, adalet, insaf, vicdan ve meşrûiyetten” ayırmasın. (Âmin)
17.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|