Geride bıraktığımız haftaya damgasını vuran kayda değer olaylardan biri, NATO Genel Sekreterliğine yapılan tayindi. Daha doğrusu, bu tayinin Türkiye’ye takdim biçimiydi. Hükümet ve Cumhurbaşkanı, Danimarka Başbakanı Rasmussen’in bu göreve getirilmesine karşı çıktılar, ama sonuçta Rasmussen yine NATO Genel Sekreteri oldu. Bu kararın kabulü için Türkiye tarafından NATO’ya dikte ettirildiği söylenen şartlar ise, Obama’nın garantör olduğu yönündeki açıklamalara rağmen pek işlerlik kazanmış gibi görünmüyor. Nitekim Rasmussen İstanbul’daki konuşmalarında ne karikatür krizindeki tutumu için özür diledi, ne de Roj TV’nin kapatılacağı yönünde kesin bir açıklamada bulundu. Buna rağmen, bütün bunlar hiç yaşanmamış gibi, Rasmussen’le Erdoğan kahkahalarla gülerken görüntülendi.
NATO zirvesinin asıl üzerinde durulması gereken sonuçlarından biri ise, Fransa’nın 1966’da ayrıldığı ittifakın askerî kanadına sessiz sedasız geri dönmesiydi. Türkiye veto hakkını, AB yolunda kendisine en çok engel çıkaran Fransa’ya karşı kullanması gerekirken bu yola gitmedi ve Sarkozy Fransa’sının dönüşüne onay verdi. Tıpkı 12 Eylül yönetiminin, aynı şeyi Yunanistan için yaptığı gibi.
Medyanın ağırlıklı bir kesimi Rasmussen skandalını, “Türkiye dik durdu, bilek güreşini kazandı, dediğini yaptırdı, AB’ye boyun eğdirdi” havasında parlatarak ve asıl meseleyi örtbas ederek sunarken, Yeni Asya, 6 Nisan’da attığı “Rasmussen krizi Sarkozy’ye yaradı” manşetiyle hedefi bir kez daha 12’den vurdu.
Sonraki günlerin gündemini belirleyen bir manşet oldu bu. Hem Rasmussen olayının gerçekte hükümet ve bir kısım medya tarafından yansıtılmak istendiği gibi olmadığına, hem de işin gözden kaçırılmak istenen Fransa boyutuna ilişkin yorumlar, medyada ve siyasette bu manşetten sonra öne çıkarılmaya başlandı.
Ve hükümet de Rasmussen olayını “ikinci bir Davos” haline getirip kullanamadı. Tam tersine, estirmek istediği havanın hilâfına oluşan atmosfer karşısında büyük sıkıntıya girdi.
Böylece, Yeni Asya farkı bir kez daha kendisini gösterdi. Dolduruşa gelmeyen; olayların arkaplanındaki gerçekleri görüp sezebilen bir feraset ve bakış açısıyla gündemin akışında ve şekillenmesinde etkili olabildiğini bu vesileyle yine gözler önüne serdi.
Tahdis-i nimet olarak kayda geçiriyoruz.
***
Aşağıdaki mesaj, genç okurlarımızdan Merve İriyarı’nın imzasını taşıyor:
“En büyük dâvâsı Risale-i Nur, önderi büyük Üstad Bediüzzaman Said Nursî’dir Yeni Asya’mızın. Tüm gazetelerden farklıdır. Nuru yayar çevresine. Tüm yazarlardan farklıdır yazarları. Nur’un askeridir onlar.
“Yeni Asya yanında oldu hep başörtülü bacılarının, destek verdi her zaman. ‘Taviz vermeyin, bu Allah’ın emri’ dedi.
“Risaleleri tanıtmayı en büyük görev bildi kendisine. Tanıttı, yaydı tüm dünyaya. Birçok kişinin yaralarına merhem oldu.
“Hiçbir haberinde yalan koymadı gazeteye. En doğruyu en temiz şekilde sundu bizlere. Allah’tan korktu bir tek. Onun dışında kimsenin yaptıklarından korkmadı. Allah en büyük gücü verdi ona. Peygamber sabrından bir parça verdi Yaradan, Yeni Asya gönüllülerine.
“Yeni Asya hiçbir zorluğa başını eğmeyip dik tuttu. Ne bir korkusu, ne bir endişesi oldu.
“Üstadı kötülemek isteyenlere her zaman en güzel cevabı verdi. Onu ezmek ve silmek isteyenlerin kötü niyetli planlarını bozdu.
“Ey Üstadım! Bu devirde yaşamak zor. Dışarısı fitne kazanı, kimse göründüğü gibi değil. Sen bizi talebelerin say. Bizler olamayız senin dönemindeki talebelerin gibi. Ama eğer Yeni Asya’mız olmasaydı şu an işimiz çok daha zor olurdu. Sen gazetede emeği geçen herkesten razı ol Allah’ım, Sen gazetemizde emeği geçen herkesi cennetine koy. Nice uzun yıllar Yeni Asya, Allah seni başımızdan eksik etmesin.”
13.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|