Tefekkür ibadettir, huzur verir
İnsan için mühim bir şey, aklını ‘hikmet’te kullanmasıdır. İnsanın manevî duyguları üzerinde hakem gibi bir rolü de olan akıl, sağlıklı kullanıldığında insanı Yaratıcı ile bağlantılı hale getiriyor. Her şeyde O’nun izini, yüzünü, özünü gösteriyor. Akıl, Cenâb-ı Hakkın varlığının da en büyük delili. Akıl olmasaydı, Cenâb-ı Hakka ulaşmak güç olurdu. Onun için insandaki şükre lâyık en büyük nimetlerden birisidir akıl. Nitekim, Cenâb-ı Hak insanı, Kur’ân’da ısrarla akletmeye, düşünmeye, tefekküre dâvet etmektedir. Çünkü Kendi san'at harikalarını, ondaki incelikleri, güzellikleri ancak aklederek anlayabilmektedir.
Aklın, tefekkürde kullanılabilecek en güzel mevsimlerinden birisidir ‘bahar’. Ruy-i zeminin neşir halidir. Okunaklı bir zaman dilimidir. Bin bir çeşit nimetlerin bulunduğu bir sofra gibi bu mevsim, düşünce dünyamızı harekete geçirmektedir. Nimetlerin fiyatı olan ‘zikir, fikir ve şükür’, bu mevsimde daha bir anlaşılıyor. Bu kadar muhteşem nimetler karşısında insanın onları Veren’e karşı bir saygı, bir hürmet göstermemesi akıl dışıdır. Allah, yarattığı mideye dönük bütün nimetlerin kayıtlarını, insanın ‘kuvve-i zaika’sına, diline kodladığı gibi, rızıklanan da sadece mide değildir. Göz, kulak bu mevsimde göz olmanın, kulak olmanın hazzını daha bir etkin yaşamaktadır. Yani yüksek şeylere vasıta olmak bile, başlı başına bir şükür vesilesidir.
Tefekkür edememek bir
manevî hastalık halidir
Cenâb-ı Hakkın isimlerinin en okunaklı hale geldiği mevsimlerden biri olan, böyle bir mevsimden bir şekilde etkilenmemek bir manevî hastalık halidir. Çünkü insanın fıtratında, çevresinde olup biten, tabiattaki bu değişim ve enerji dönüşümünü görüp etkilenmek, akletmek, tefekkür etmek vardır. İnsanın bu penceresi kapalı ise, fıtratında bir bozulma hali var demektir.
Her ders bir tefekkür koridorudur
İnsanlar okullarda kelime okur-yazarı oluyor ama, anlam okur-yazarı olamıyorlar. Onun için okullarda ‘tefekkür dersleri’ olmalıdır. Gerçi geçebilen eğitimci için her dersin içinde bir tefekkür koridoru vardır. Fenler, içinde tefekkür barındırmaktadır. Zaten tefekkürsüz ilim, ilim değildir. İnsan sahip olduklarının kendisine kimin tarafından verildiğini sorgulayamaz ise, bu insana yakışan bir hal değildir. Böyle bir insan, çok ciddî bir manevî hastalığa yakalanmıştır. Hikmeti, anlamı okunmayan varlık, insan için bir hastalıktır.
Bu, çok ciddî bir ödevdir
Edebiyat dersinin en güzel tarafı, insanı hep güzelliklerle meşgul etmesidir. Edebî ruh, güzellik okumaları sayesinde doğar. Metindeki, tabiattaki, insandaki, davranıştaki, hayattaki güzellik okumaları insana apayrı renkli sayfalar açmaktadır.
Bu haftanın dersi tabiattan. Gittiğim her sınıfı, hemen yakınımızda bulunan bir tepeciğe götürüyorum. Rengârenk çiçekler, çeşit çeşit böcekler, okuyucu nazarları bekliyorlar.
Öğrencilere, “Haydin bakalım, kâğıt, kalemlerinizi alın. Her arkadaşımdan, somut bir varlık üzerinde bir şiir, diyalog ya da bir kompozisyon bekliyorum. Dersimizin yıllık ödevi bu olacak…” diyorum. Ve herkes çiçeklerin içine, çiçek tarlasına dağılıyor. Kimse kimseyle konuşmuyor. Ama biraz sonra kompozisyonlar gelince, en büyük konuşmanın satırlarda olduğunu anlıyorum. Ödev verince, herkes her şeyi yazma konusu yapmış.
Hikmet okuması faaliyeti yaptık
Karınca yuvasını gözlem yaparak yazı konusu yapan beyefendi, bir ara, ‘Hocam, hocam! Karınca yuvasına yabancı bir böcek giriyor! diye bağırmaya başlıyor. Ben de, ‘Sakın gözlerini üzerinden ayırma.’ diye sesleniyorum.
Herkes ödevini çok ciddiye almıştı. Sarı çiçekle konuşanlar, uğur böceği üzerine şiir yazanlar, mor renkli çiçeklere sataşanlar; arılarla, kelebeklerle, çekirgelerle, sineklerle dertleşenler; toprağa, otlara, dağlara, gökyüzüne, güneşe göndermeler yapanlar ve daha neler neler. Hatta çiçeklerin desenli elbiselerine, kelebeklerin kanatlarındaki nakışlara, uzaktan sesi gelen kuşun tatlı nağmelerine kadar ele alınmamış konu kalmamış. Anlaşılan herkesin dikkatini bir başka unsur çekmiş. Aslında bu sonuç da bir esma tecellisidir. Her bir insan üzerinde ayrı bir Esma’dan ayrı bir isim belirgin halde. İşte güzellik denen şey de bu.
Kötüler iyilerin
arasında saklanıyor
Yazımıza bir hatıra katalım: “Çiçek tarlasında ileriye doğru bakıyorum. Sarı yoğunlukla birlikte oralarda yeşil renklerin olduğunu görüyorum. Gerçi sarı yeşil fark etmiyor, adeta birbiriyle bütünleşmiş çiçekler. Oysa her şey uzaktan göründüğü kadar pürüzsüz değil. Bunu aralarında dolaşırken görebiliyorum. İlerledikçe sadece onların olmadığını, içlerinde dikenli çiçekler görüyorum. İnsanlar da böyle değil mi? Aralarında birçok kötü niyetli olanların da olması ve bunu içten içe büyütmeleri. Kötüler kendilerini iyilerin arasına gizlemişler. Dışarıdan bakıldığında onları görmek mümkün değil. Aralarında gezerken ayaklarımıza batan dikenler onların varlığından haberdar olmamızı sağlıyor. Ama buna rağmen yürümeye devam ederiz. Yürüdükçe yeni şeylerle karşılaşır ve yeni kararlar alırız. Hayat da böyle işte… Her şeyi göründüğü gibi kabul edersek, istenmeyen olaylarla karşılaşabiliriz. Ama hayat da bu değil mi zaten. Bunun için yine de gezmek, yaşamak ve öğrenmek gerekiyor.”
Sanatkâr’a teşekkürler
Program sonrasında herkes yazdıklarını arkadaşlarıyla paylaştı. Her bir bakış diğeri için bir orijinallik içeriyordu. Herkes birbirini alkışlıyordu. Ama asıl ayakta alkışlanan ise, son okuyan dostun dikkatlere sunduğu, ‘Sanatkâra teşekkürler’ cümlesi oldu.
Bu ders, herkesin hayatında unutulmayacak bir güzellik içeriyordu. Bir öğrencinin, ‘Ben bu tepeciğe defalarca geldim. Ama hiç birinde, her şey bu kadar bana anlamlı ve hikmetli gelmemişti. Demek ki, bakmak ile hikmetli bakmak; bakmak ile bakmamak kadar farklıymış’ cümlesi yaşananları özetler nitelikteydi.
Anlam okuryazarı olan için, âlemde anlam taşımayan hiçbir şey yoktu.
11.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|