Bahar da bir çiçektir
Yedinci sahife: O ni’metlerde, o neticelerde, öyle lemeât-ı hüsün ve cemâl görünüyor ki, hakiki bir şevk ve şefkatle yoğrulmuş hâlis bir şükür ve sâfî bir muhabbete lâyık olur. O sahifede, yâ Cemîl-i Zülkemâl, yâ Kâmil-i Zülcemâl isimleri yazılı okunuyor.
İşte, yalnız bir güzel çiçek ve hasnâ bir insan ve yalnız maddî ve zâhir sûretinde bu kadar esmâyı gösterirse, acaba umum çiçekler ve bütün zîhayat ve büyük ve küllî mevcudât ne derece ulvî ve küllî esmâyı okutuyor, kıyas edebilirsin.
Hem insan ruh, kalb, akıl cihetiyle hayat ve letâif sahifeleriyle Hayy, Kayyûm ve Muhyî gibi ne kadar esmâ-i kudsiye-i nurâniyeyi okur ve okutturur, kıyas edebilirsin.
İşte, Cennet bir çiçektir. Hûri tâifesi dahi bir çiçektir. Rûy-i zemin dahi bir çiçektir. Bahar da bir çiçektir. Semâ da bir çiçektir; yıldızlar, o çiçeğin yaldızlı nakışlarıdır. Güneş de bir çiçektir; ziyâsındaki yedi rengi, o çiçeğin nakışlı boyalarıdır. Âlem, güzel ve büyük bir insandır; nasıl ki insan, küçük bir âlemdir.
Hûriler nevi ve ruhânîler cemaati ve melek cinsi ve cin tâifesi ve insan nevi, birer güzel şahıs hükmünde tasvir ve tanzim ve icad edilmiştir. Hem herbiri, külliyetiyle, hem herbir ferdi tek başıyla, Sâni-i Zülcemâlinin esmâsını gösterdikleri gibi, Onun cemâline, kemâline, rahmetine ve muhabbetine birer ayrı ayrı aynalardır. Ve nihayetsiz cemâl ve kemâline ve rahmet ve muhabbetine birer şâhid-i sâdıktır. Ve o cemâl ve kemâlin ve rahmet ve muhabbetin birer âyâtıdır, birer emârâtıdır. İşte, şu nihayetsiz envâ-ı kemâlât, daire-i vâhidiyette ve ehadiyette hâsıldır. Demek, o daire haricinde tevehhüm olunan kemâlât, kemâlât değildir.
İşte, hakàik-ı eşyanın esmâ-i İlâhiyeye dayandığını ve istinad ettiğini, belki hakiki hakàik o esmânın cilveleri olduğunu ve herşeyin çok cihetlerle, çok dillerle Sâniini zikir ve tesbih ettiğini anla, “Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin” (İsrâ Sûresi: 44.)’in bir mânâsını bil ve “Şiddetli zuhurunda gizlenmiş olan Allah’ı her türlü noksandan tenzih ederiz” de. Ve âyetlerin âhirlerinde olan “O’nun kuvveti her şeye gàliptir ve O herşeyi hikmetle yapar.” (İbrâhim Sûresi: 4.) “Çok bağışlayıcı ve çok merhamet edici olan da ancak O’dur.” (Yûnus Sûresi: 107.) “O herşeyi hakkıyla bilir; O her şeye hakkıyla kàdirdir” (Rum Sûresi: 54.) gibi zikir ve tekrarlarındaki bir sırrı fehmet.
Eğer bir çiçekte esmâyı okuyamıyorsan ve vâzıh göremiyorsan; Cennete bak, bahara dikkat et, zeminin yüzünü temâşâ et. Rahmetin şu büyük çiçekleri olan Cennet ve bahar ve zeminde yazılan esmâyı, vâzıhan okuyabilirsin, cilvelerini ve nakışlarını anlar, görürsün.
Sözler, s. 576, (yeni tanzim, s. 1027)
lemeât-ı hüsün ve cemâl: Güzellik parıltıları.
Cemîl-i Zülkemâl: Mükemmellik ve güzellik sahibi olan Cenâb-ı Hak.
Kâmil-i Zülcemâl: Bütün güzelliklerin ve mükemmelliklerin sâhibi olan Allah.
hasnâ: İzzetine ve iffetine düşkün kadın.
esmâ: Allah’ın isimleri.
mevcudât: Mevcutlar, varlıklar.
küllî: Bütüne mensup parçalardan ve fertlerden meydana gelen, umumî, bütün.
letâif: Mânevî duygular, güzel, hoş ve ruhla ilgili hisler.
Hayy: Gerçek hayat sahibi olan Allah.
Kayyûm: Varlığı ve diriliği her an için olup, gökleri, yerleri her an için tutan, dâimî herşeye her hususta iktidarı olan Allah.
Muhyî: Dirilten, hayat veren Allah.
esmâ-i kudsiye-i nurâniye: Cenâb-ı Allah`ın parlak ve kusursuz isimleri.
rûy-i zemin: Yeryüzü.
tasvir: Bir şeyin özelliklerini anlatarak, gözönünde canlandırma.
tanzim: Düzenleme.
külliyet: Umumilik, çokluk.
Sâni-i Zülcemâl: Sonsuz güzelilk sahibi ve herşeyi sanatla yapan Allah.
şâhid-i sâdık: Doğru sözlü şâhid.
âyât: Ayetler, deliller.
lemeât: Parıltılar.
zîhayat: Hayat sabihi.
âyât: Âyetler, deliller.
tevehhüm: Zannetme, evhamlanma.
vâzıhan: Açıkça.
emârât: Emareler, işaretler.
|