Şüphesiz Allah’ın varlığına inanıp kulluk yolunu seçenler bu dünyada inançlarının gereğini tam olarak yerine getirmiş olsalardı, maddî bakımdan da küfür bataklığı içinde olanlara galip gelebilirlerdi. Eksiklik, iman gibi bir nimetin değerini tam olarak anlamamak ve o imanı hayata tam olarak geçirmemektir.
İnkâr edemeyiz ki, nefislerimizin oyununa gelerek uymaktan kaçındığımız bazı gerekli kurallar vardır. Bu dünyada hem maddeten hem de mânen Allah’ın habis mâhluklarına üstün gelmenin yolları mutlaka bulunmaktadır. Peygamber-i İ’zâmın hayatlarına baktığımız zaman, dünyada her cihette üstün gelmenin yolunun, dünyanın fani değerlerini kalben terk etmekten geçtiğini görebiliriz. Bu dünyanın debdebesine talip olursak, bütün lezzetlerinden istifade etmeyi kendimize hedef seçersek, elbette özlediğimiz maddî-mânevî üstünlüğe kavuşmamız zor olacaktır.
Evet, Allah bu dünyada kendisine inananlara hem dünyanın gayr-ı meşrû lezzetlerini, hem de ahireti birlikte vermez elbette. Bizler bunu Allah’ın Habibinin (asm) hadislerinden öğreniyoruz. Çünkü o yüce Nebî, Allah’ın, dünyayı isteyenlere ahireti vermeyeceğini buyurmaktadır. Ayrıca kendi mübarek yaşantısıyla da bize bu gerçekleri hatırlatmaktadır. Mübarek hayatının bütün safhalarında bu konu ile ilgili ibretli vakıalar yaşanmıştır. Bunlardan sadece bir tanesini örnek vermeye çalışalım isterseniz:
Bir gün Hz. Ömer, o Nebiyy-i Zişan’ın hânesine gitmektedir. Bakıyor ki, kâinatın onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı o Yüce Zât bir hasır üzerinde uzanmıştır. Hasırın sertliği onun mübarek vücudunun azaları üzerinde iz yapmıştır. Hz. Ömer “Anam babam sana feda olsun Ey Allah’ın Resulü, Rumların, Sasanilerin kralları büyük bir debdebe içinde yumuşak sergiler üzerinde yatmakta, dünyanın bütün nimetlerinden istifade etmektedirler. Sen niye bu şekilde yaşıyorsun?” diyerek üzüntüsünü belirtmektedir. O Yüce Resûl, “Ey Ömer sen dünyanın zevklerinin onlara, Cennetin de bize olmasını istemez misin?” diye Hz. Ömer’e bizlerin de ders alacağı önemli bir hatırlatmada bulunmuştur.
İşte ümmeti olmakla şereflendiğimiz Peygamberimiz (asm) ve onun yolundan giden sahabisi dünyanın fena ve fani yönlerine talip olmadıkları için Allah onları dünyanın zilletlerinden muhafaza etmiştir. Onlar hem maddeten hem de mânen bu dünyada izzetle yaşamışlar ve her zaman düşmanlarını zelil etmişlerdir. Onlar dünyanın zehirli bal hükmündeki makam ve mevkilerini önemsememiş, şeytanın silâhı olan gurur ve kibir tuzaklarına düşmemişlerdir. Onlar dünyanın geçici zevklerine beş para ehemmiyet vermemişlerdir.
Asr-ı Saadet ve Hulefai Râşidîn döneminde İslâm’ın mücahitleri, sadece ahireti hedef aldıkları için hep Allah’ın düşmanlarını zelil bir duruma düşürmüşlerdir. Ondan sonraki dönemlerdeki mağlûbiyetler dünyanın fena ve fani değerlerine önem verildiği ölçüde meydana gelmiştir. Bugün bizlerin durumu da böyle değil midir? Bize yirminci asrın karanlıkları içinde Kur’ân nurlarını gösteren büyük İslâm âlimi Bediüzzaman da, dünyaya önem vermediği ölçüde yükselmiş değil midir?
Unutmayalım ki, bizler dünyanın makam ve mevkilerini, lezzet ve şöhretini birinci sıraya koyduğumuz sürece bu dünyada yüzümüz gülmeyecektir. Tek çıkar yolumuz, Allah’ın rızasını her şeyden üstün tutmamızdır. Bizler O’na kul olmayı dünyanın bütün makam ve mevkilerinden üstün tuttuğumuz ölçüde yükseleceğiz. O zaman mânen yükseleceğimiz gibi, maddî setlerin tamamı da karşımızda yıkılıp yerle bir olacaktır...
08.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|