Yine, uzun ve maceralı vize işlemlerinden sonra, 26 Şubat’ta “Risâle-i Nur Okuma Programı” için Almanya/Mainz-Gustavsburg’a uzandık. İki Cumartesi-Pazar’ı tam gün, diğer günlerde akşamları geç vakitlere kadar dolu dolu müzakere ve mütalâalarla geçirmeye çalıştık.
Almanya’nın çalışma şartları ağır olmasına rağmen katılım harikaydı. İlgi ise, binler teşekkürü hak edecek çaptaydı.
Mainz-Gustavsburg, Risâle-i Nur hizmetleri ve neşriyât açısından Almanya’nın hareketli ve bereketli merkezlerinden birisi. Cami derneği başkanı Adnan Karaaslan, senenin 12 ayında imam-hatip bulundurduklarını; çocuk, genç ve ihtiyarlara ayrı ayrı gruplar halinde Kur’ân ve tecvid dersleri verildiğini; Nur sohbetlerinin devam ettirildiğini ifade etti. Ki, bizzat bu faaliyetlerini müşahade ettik.
Aşk, şevk ve fedakârâne hizmet edenler listesinden Adnan, Erol, Mustafa, Ergünal, Hasan, Senol, Mükremin, Kudret, Zafer, Turgay, Özcan, Yüksel, Şaban, Abdurrahman ve isimlerini zikretmeyi unuttuğumuz daha nice ağabey ve kardeşlerimiz, gerçekten de gurbet ellerinde, zor şartlarda hizmetlere koşuyor. Hizmet söz konusu olduğunda kendine düşen vazifeyi yerine getirmeye gayret ediyor. Diğer taraftan hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. Bu hâlleri, Asr-ı Saadet’teki Sahabe-i Kiramın fedakârlıklarının çağımıza yansıması gibiydi.
Peygamberimiz (asm), irtihal eyledikten sonra, birçok sahabi, dünyanın muhtelif yerlerine dağılarak İlâhî son mesajı insanlığa ulaştırdıkları gibi, onlar da Almanya’da İslâm’ı anlama, özümseme, benimseme; anlatma, yaşatma şuuruyla çalışıyor.
Bu okuma programında da Türkiye, Almanya ve dünya gündemindeki önemli meseleleri müzakere ettik, Risâle-i Nur’un perspektifinde değerlendirmeye çalıştık. Bunlar arasında, Müslümanların temel problemleri ve hâl çareleri, iman esaslarındaki zaafın nasıl giderileceği, Avrupa’nın maddî gelişmesinin psiko-sosyal sebepleri, mezheplere göre seferilikte/yolculukta namazın durumu, Bediüzzamanın siyasî ve içtimâî görüşleri ışığında bugünkü siyaset, listenin ilk sıralarında yer aldı.
Fırsat buldukça, çok güzel olan ve imar edilen civar şehir ve kasabaları gezdik. Kostheım (Türkler ‘köy’ diyorlar), ıslâh edilen Maın Nehri, turistik şehir Rüdesheim, Frankfurt ve küçük İstanbul’un bulunduğu Wiesbaden...
Daha önce İsviçre, Avusturya, Almanya olmak üzere kısa metrajlı Avrupa seyahatleri yapmıştık. Ne var ki, gerek coğrafî, gerek sosyal, gerekse teknolojik hayatını detaylı inceleme fırsatı bulamamıştık. Bu sefer, Avrupa enhârının (nehir, ırmak ve çaylarının) meyillerinin çok düşük ve geniş olmasının, tabiî nakil vasıtalarına ve Avrupa’nın maddî gelişmesine nasıl katkı sağladığını kısmen gözlemleme ve tetkik etme imkânı bulduk.
Maın ve Ren Nehirleri boyunca yürüdük. İstanbul Boğazı gibi yoğun bir trafiğe sahip olduğunu gördük. Yolcu ve yük gemileri durmadan işliyordu. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de yalnızca Manavgat Çayında küçük yolcu motorları var.
Ne var ki, Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili olduğu halde, gerektiği kadar istifade edemedik, gelişmemize basamak yapamadık. Bunun da sebebi, her halde Türkiye’nin çarpık ve müstebit yapılanmasıdır. Zira, hak ve hürriyetler, demokrasi kemâliyle işlemeyince, maddî gelişmeler de sağlanamıyor. Her halde Bediüzzaman, bu hakikati de kast ederek, “Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam!” demiştir. Evet, nerede hürriyet ve tam demokrasi varsa, orada ilerlemek, zenginlik vardır. Çünkü, hürriyet ekmeği de, zenginliği de getirir…
Nehir denince de, Bediüzzaman’ın, Sünûhat isimli eserinde Avrupa’nın maddî kalkınmasının sebeplerinden birisini “tabiî nakil vasıtası nehirler” şeklinde tesbit etmesini hatırladık ve birlikte gözlemleyerek ders yaptık. Ve nehirleri öylesine imar ve ıslâh edilmiş ki, (havuz sistemiyle), bir gemi, Avrupa’yı dolaşırken 270 küsûr metre yükseğe kadar çıkarılabilmiş…
Almanya notlarımızı sizlere aktarmaya birkaç gün daha devam edeceğiz inşaallah.
08.04.2009
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|