Orta Doğu ve Türkiye’de bulunan en değerli tabiî kaynak olan su kaynakları şüphesiz bölge ülkeleri için en önemli su rezervleri durumundadır.
Türkiye’nin Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, Türkiye’nin su kaynaklarının, komşularla barış köprüleri kurulmasında önemli bir araç olabileceğini ve su meselesinin bir çatışma sebebi olması yerine bu yolu tercih ettiklerini ifade etti.
Türkiye’de bulunan Fırat ve Dicle nehirleri dünyanın en çok bilinen su taşıyıcı nehirleri arasındadır ve Türkiye’nin, Suriye’nin, Irak’ın ve bölgedeki diğer ülkelerin de ihtiyaçlarını karşılayacak bir kapasiteye sahiptir.
Veysel Eroğlu suyu barış için bir araç olarak kullanma çağrısında bulunuyor. Bu gerçekten onurlu ve değerli bir teklif gibi görünüyor ancak bu denilen şey ancak Türkiye’nin su kaynaklarının halkın kontrolünde olması halinde gerçekleşebilir. Aksi halde eğer bu kaynaklar çok milletli bir şirketin eline verilecek olursa, o zaman bu vizyon oldukça tehlikeli bir hal alabilir. Bu durumda suyun kâr amacı güden şirketlerin kontrolünde olması amacıyla politik baskılar artacaktır. Su gerçekten de şüphesiz bir şekilde en az petrol kadar hatta ileride petrolden daha da fazla kâr getirecek bir tabiî kaynaktır. Gittikçe azalan su kaynakları bu tabiî kaynağı zaman içinde oldukça değerli ve gün geçtikçe de değeri artan bir meta haline getirmiştir.
Dünya genelinde azalan bu su kaynağı sebebiyle, Türkiye bölgesinde “suyun Suudi Arabistan’ı” haline gelebilir ve su kaynakları sebebiyle bölgesel politikalarda faaliyet ve güç kazanabilir.
Veysel Eroğlu’nun sözkonusu fikri, bana 2001 yılında Bonn’da düzenlenen bir panelde Alman hükümeti ile Dünya Bankası’nın ortaya atmış olduğu bir fikri hatırlattı. Bu panelde Afrika’nın Nil Nehrine kıyısı bulunan 10 ülkesinin temsilcileri, Ren Nehri örneğinden yola çıkarak bir nehirden ortak bir şekilde nasıl faydalanılacağını öğrenmişlerdi.
Bu panel sırasında su kaynakları uluslar arası işbirliği ve barış için bir katalizör olarak tanımlanmıştı. Alman hükümetinin bu paneldeki amacı gelecekte su kaynakları ve suyun kullanımı konusunda çıkabilecek çatışma ve ayrılıkları önceden belirleyip önüne geçmekti, zira suyun kıtlığı ileriki zamanlarda bilhassa Afrika ve Asya ülkeleri arasında siyasî çekişmelerin temel konusu olacaktı.
Tarih içinde, su hep kamunun ortak malı olagelmiştir ve bolluktan dolayı hükümetin kontrolü altında halka dağıtılmıştır. Ancak, IMF ve Dünya Bankası kafa kafaya vererek şimdi suyun da özelleştirilmesi için projeler geliştirmiş ve su piyasasının liberalleştirilmesi ve su kıtlığı bulunan yerlere su satılabilmesi için bir piyasa oluşturulmasını sağlamışlardır.
IMF ve Dünya Bankası’nın önderliğinde Nestle gibi uluslar arası ölçekte firmalar su işine girmişler ve hem içilebilir suyu üretip, paketleyip, satmak hem de yerel yönetimlerde suyun yönetilmesi, rezervlenmesi ve dağıtılması işini yapmaya başlamışlardır.
Su kaynaklarının, tatlı su göllerinin ve halka ait kaynakların özelleştirilmesi, bu uluslar arası şirketlere suyu istedikleri kişilere ve yerlere satabilecek yetkiyi veren stratejik bir pozisyon kazandırmıştır. Böylece bir ülke yahut topluluk su almak istese bile, güya insan haklarını ihlâl ettikleri gerekçesiyle onlara su satmamaktadırlar. Bunun son örneği de Gazze’dir...
Su kaynakları özel şirketlerin kontrolünde olunca, halk kendini yöneten hükümete taleplerini yerine getirmesi için de herhangi bir baskı yapamaz hale gelecektir. Türkiye sularını özelleştirerek, Türkiye’nin bir gün bir ülkeye su satmak istediğinde bu talebinin karşılanmayacak olduğu gerçeği, Türkiye’nin siyasî çıkarlarıyla çatışmaktadır. Kendi su kaynaklarını kontrol edemeyen bir Türkiye bölgede kendi çıkarlarıyla çatışan bir durumda su kaynaklarının kendisine kazandırdığı politik gücü ve esnekliği kullanamayacaktır.
Dünyada suyun özelleştirilmesine bir çok örnek vermek mümkündür ve bütün bu örneklerde özelleştirmenin sonuçları her zaman o milletin zararına olmuştur. Hükümetlerin öncelikli işi kendi halkı için içilebilir suyu temin etmektir. Su kaynaklarını kâr ve kaynak sağlamak üzere bir özel şirketin kontrolüne vermek gerçek anlamda trajik bir hata olacaktır.
Türkiye, kendi suyunun kontrolünü elinde tutmak ve kendi halkına su teminini etkili ve etkin yollarla sürdürmeyi devam ettirmek durumundadır.
Su, dünyanın bir çok bölgesinde artık güvenlikle doğrudan bağlantılı bir meseledir. Yarının savaşları muhtemelen su üzerinden olacaktır. Bu tür savaşları önlemek için ise, su kaynaklarının halkın kontrolündeki hükümetlerin elinde bulunması şarttır.
TERCÜME: UMUT YAVUZ
01.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|