Devlet yine sınıfta kaldı!
Yaşı doksan seneye yaklaşan T.C. devleti, bizim bilmediğimiz şekilde kaç defa sınıfta kalmıştır Allah bilir. Bunlardan birincisi ve en büyüğü, 1999 senesinde meydana gelen büyük Marmara depremidir. O günleri hatırlarsanız, deprem olduktan epey zaman sonra devlet kendini gösterebilmişti. Halbuki aziz milletimiz, hemen depremden sonra hâdise yerine gelerek, âfetzede vatandaşların imdadına yetişmişti. 28 Şubat’ın baskı dönemi ve Ecevit’in de başbakan olduğu bir zamandı. Ve acâip bir şekilde milletin âfetzedelere yardım etmesi önlenmişti.
Bu giriş ve hatırlatmadan sonra, gelelim devletin sınıfta kalışının son örneğine. 25 Mart günü internette gezinirken, bir haber dikkatimi çekiyordu. BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin mecburi iniş yaptığı bildiriliyordu. Mecburi iniş yapmakla, düşmek farklı şeylerdi. Vakit geçtikçe işin vahameti anlaşılmaya başlandı tabiî. Devletim, hâdiseye müdahil olmaya başladı! 1500 civarında asker ile birlikte 3000 kadar kişi, arama-kurtarma faaliyetine giriştiler. Ancak Türkiye’ye has bir şekilde gündüz arandı, gece bırakıldı. Gerçi hava ve tabiat şartları zordu ama, yanlış yerde aranarak iki gün, iki gece boşuna zaman ve emek harcandı. Nihayet 3. gün sabah 17 kişilik bir vatandaş grubu hadise yerine ulaşmaya muvaffak oldu. “İşte” dedim, “17 Ağustos depreminden sonra devletin ikinci defa sınıfta kalışı.” Vatandaş ulaştı, devlet ulaşamadı. Neticede, Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindeki 5 kişi ölmüştü. Allah rahmet eylesin. Pek çok teknik, idarî noksanlıklar neticesinde hadise meydana geldi. Ama, kimse kader-i İlâhîden kaçamıyor. Böyle takdir edilmiş ve öyle oldu.
Elim hadiseye hem üzüldüm, hem de gözlerim gençlik yıllarına gitti. Rahmetli Yazıcıoğlu ile talebelik yıllarımız aynı zamanlardaydı. Aynı yaştaydık. Gerek o, gerekse Başbakan siyaset yolunda gittiler. Cenâb-ı Hak bize Risâle-i Nurları tanımayı nasip etmeseydi, çok hareketli günlerimizin olduğu memleketimiz Ankara’da, biz de her halde onlar gibi siyasete bulaşırdık. Ama, elimize geçen Nur’lar bizi siyaset topuzundan uzaklaştırmıştı.
Neyse, işte o gençlik yıllarında, okulumuzda birçok ülkücü arkadaşımız vardı. Bunların çoğu (Muhsin Yazıcıoğlu da dahil) Anadolu’dan gelenlerdi. Komünizme karşı alternatif olarak o saflara dâhil olmuşlardı. Aslında çoğunun ailesi Adalet Partili’ydi. Ama, gençliğin verdiği hareketle bu yola sülûk etmişlerdi. Bunların çoğu da Ankara’ya yüksek öğretim tahsiline geldikleri zaman, namaz kılıyorlardı. Daha sonra “Komünistlere karşı cihad ettiklerinden, namaz kılmasalar da olur” havasına getirilmişlerdi maalesef. Hatta yeni gelen ve bizimle beraber namaz kılan ülkücü bir arkadaşımıza “Eğer bu yolda gidersen, sana cihad fetvası verip, yavaş yavaş namaz kılmayı bıraktırırlar!” dediğimde bana çok kızıp, tepki göstermişti, “Olur mu öyle şey?” diye. Maalesef zaman bizi haklı çıkardı ve son sınıftayken bana “Gardaş, sen haklıymışsın be!” demişti.
Aslında, bu şekilde çok misâller vardı. 12 Eylül hain hareketi yapılınca, bunlara da çok sıkıntı çektirdiler ve hapse girmeyeni kalmadı neredeyse. Böyle bir zamanda, Ülkü Ocakları Genel Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun da nasibini almaması kaçınılmazdı. Onu da, ülkücülerin cehenneme benzettikleri Mamak Askerî Hapishanesine koyup, her türlü işkence ve zulmü yapmışlardı. Tabiî, orada eline Risâle-i Nur’lar geçiyor. Okuyor ve epey istifade ediyor, namazlarını aksatmamaya başlıyor ve Bediüzzaman Hazretlerinin hapishaneye “medrese-i Yusufiye” ismini vermesi çok hoşuna giderek, o da “Yusufiye” kelimesini çok tekrar ediyordu. Hapisten çıktıktan sonra da, siyasete yine MHP saflarında devam etmek isteyip (onlarda da bir değişim olacağını tahmin ettiğinden olacak), sonradan beraber yapamayacaklarını anlayıp BBP’yi kurup o şekilde yoluna devam ederek, bugünlere geliyor. Ve neticede meydana gelen hazin son… Allah rahmet eylesin.
|
OSMAN ZENGİN
01.04.2009
|
|
Seçimin düşündürdükleri
Seçimler nihayet sona erdi. AKP’nin oylarında görülen düşüş, CHP ve MHP’deki oy artışı, DTP’nin Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde almış olduğu başarı seçimlerin sayısal neticesi.
Merkez sağ çizgisindeki DP’nin de bir önceki seçime oranla bir atılım halinde olduğu gözlerden kaçmıyor. Demokrat Parti’nin oy oranını arttırarak İl Genel Meclisi bazında Türkiye genelinde yaklaşık % 4’e yaklaşması bunun ispatı. Mecliste temsil edilmeyen, devletten yardım alamayan ancak köklü bir geleneksel çizgiye sahip olması dolayısıyla sun’î ve geçici bir siyasî parti olarak adlandırılamayacak olan DP, sistem kendini ne kadar dışarı itmeye çalışsa da bu geçici dalgaya direniş göstermeye devam edecek gibi görünüyor. AKP’nin bundan sonraki serüveni ve performansı merkez sağın yeniden yapılanmasında ne denli rol oynayacak bunu göreceğiz. Bundan önceki seçimlerde AKP’nin Güneydoğu’dan aldığı oyların ne denli yüksek olduğunu biliyoruz. Bu kez oylarda görülen düşüş AKP’nin Güneydoğulu seçmenin gözünde “faşizan ve pragmatist” görüldüğünü akla getiriyor. Galiba Kürt seçmenler, en azından Kürt kimliğini esas alan Kürt seçmenlerin AKP’ye güvenmediği, inanmadığı seçimden çıkan bir sonuç. Bu yüzden Türk siyasetinin merkez sağ çizgisine sahip, geniş yelpazeli, demokratik ve samimî bir siyasî açılıma ihtiyacının her zamankinden fazla olduğu ortaya çıkmış oldu.
Seçimde özellikle İç Ege ve Akdeniz’deki oy oranlarını arttıran MHP açısından önemli bir başarı. Ancak aynı enlemler üzerinde, haritanın daha sağında, Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da da Kürt milliyetçiliği ekseninde bir siyaset izleyen DTP’nin başarısı da gözden kaçırılamayacak bir olgu. DTP özellikle Diyarbakır’da AKP’ye çok ağır bir mağlûbiyet tattırarak hem seçim galibiyetini renklendirdi, hem de kale gördükleri Diyarbakır’ı kaptırmamanın gururunu sürdü. Diyarbakır AKP’nin Kürt sorunu açısından önemli bulduğu bir laboratuvardı. AKP’nin TRT Şeş eli şimdilik “gele” de tıkanmış oldu.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde CHP’nin % 40’lara yaklaşması da AKP’yi tedirgin eden bir diğer husus. Her ne kadar mevcut başkan Kadir Topbaş seçimleri kazanmış olsa da CHP’nin % 40’lara yaklaşması AKP’nin CHP’yi güçlendiren bir yönünü de ortaya koymuş oldu. CHP bir zamanlar İstanbul’u kazanmayı ağzına almaktan bile kaçınırken bugün neredeyse Türkiye’nin en büyük belediyesini kazanacak seviyeye geldiyse bunda AKP’nin CHP’yi güçlendiren yönünü de aramak gerekiyor. Siyaseti yalnızca CHP Genel Başkanıyla kavga etme seviyesine ve kalitesine düşüren iktidar partisinin aldığı en sert cevaplardan birisi hiç şüphesiz İstanbul’du. Tabiî ki bunda MHP ve Saadet Partisi seçmeninin CHP’nin işine yarayan, AKP’den oy koparan tercihleri de önemli bir faktör oldu.
MHP’nin bir önceki mahallî seçimlere nazaran oy oranını yaklaşık 7 puan arttırması bir hayli önemli bir gelişme. Bu artışı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Kürdistan” sözlerine ve AKP’nin doğu politikasına bağlayanlar var. MHP’deki artışa oranla Doğu’da DTP’nin almış olduğu oylar “milliyetçilik” tartışmasının siyasete yeniden döneceğini gösteriyor. Bizce bu Türkiye’nin önümüzdeki günlerde başını ağrıtacak önemli bir problem. Bu yüzden hükümetin bu probleme çözüm üretmesi, kanayan yarayı bir an önce tedavi etmesi olmazsa olmaz bir şart. Aksine bir durum işsizlik ve fakirlikle yoğrulmuş kin, nefret, ahlâksızlık, terör ve ateizmin kıskacı altında yeşermiş ve genişlemiş bir milliyetçilik modelinin hortlaması anlamına gelir ki Allah muhafaza... Bu sorun yalnızca AKP’yi değil bütün Türkiye’yi kasıp kavuracak bir tehlike sinyali.
Biz bu seçim sonuçlarından şunları okuyabildik:
1. AKP’nin mazlûm rolü artık sona erdi. 28 Şubat’ın boynu bükük AKP’si yerini kendinden çözüm beklenen bir iktidara bıraktı. Körü körüne veya romantik AKP tercihi çözülmeye başladı.
2. AKP’nin izlediği siyasetin CHP’yi güçlendirdiği ortaya çıktı.
3. Milliyetçi oylar tipik kriz dönemlerinde olduğu gibi artış gösterdi. MHP ve DTP milliyetçiliğin iki aktörü haline geldi.
4. Türkiye’nin demokratikleşme ve modernleşme sürecini “Kürt” sorununu sağlıklı bir şekilde masaya yatırmadan devam ettiremeyeceği ortaya çıktı.
5. Muhalefetin tazelenip serpildiği yeni bir siyasî dönem başlamış oldu.
6. Türkiye’de sistem dışına itilmeye çalışılan merkez sağ çizgisinin hâlâ en güçlü alternatif olduğu, demokrat geleneğin söyleyecek çok sözünün bulunduğu ortaya çıkmış oldu.
|
FEYZULLAH CİHANGİR
01.04.2009
|